Destan
Pehlivan, başını hafifçe sola çevirip yan gözle Recep’e baktı, sabah ezanından
az önce, ayazın hemen ortasında. Sabah 05.15’te dolmuş durağı. Hergün aynı
saat, işte orada, tıpkı benim gibi! Gün yine başlıyor ! Bir sonraki durakta
birkaç kişi daha aldılar, tanıdık yüzler, birbirleriyle herzaman uykulu
oldukları için asla konuşamayan, konuşmaya fırsat ve istek bulamayan yorgun
insanlar. Hep en köşeye oturduğu için en
son inerdi. Hayırlı işler ! Ara sokaklardan dükkana. İşte orada bekliyor.
Üşümüş. Elleri ceplerinde. Köpeklerle uyuyor. Köpekler sıcak. Beni gördü.
Gülümsüyor. Ben Destan Pehlivan onun annesiyim ! Evladım her sabah yolumu
gözlüyor. Perihan saygıyla yana çekilip demir kapının açılmasını sabırsızlıkla
beklemeye başladı. Kemerime taktığım anahtarlar arasından kapının anahtarını
buluyorum. Ellerim üşümüş, açamıyorum. Perihan anahtara elini uzatıyor. Elleri
sıcak, kapıyı o açıyor. Sevgiyle…Ne kadar yalnızız Tanrım ! Talaş kokusunu seviyorum. Kapalı mekan,
kapalı ve en azından ayaz yok. Perihan kahvenin köşesindeki kömür kovasının
yanına gidiyor. Bir önceki günün külleri temizlenmeli ! Su dök sobaya,
tozumasın emi. Tentürdüyot şişesinin içindeki ispirto ile ocağı yaktım. Gazı
sonuna kadar açtım. Çabuk kaynasın. Kültablalarını masalara dağıtmama yardım
ediyor. Hiç konuşmuyor, konuşmaz ki. Elleri titriyor. Kim bilir kaç kişi
tecavüz etti, sokağa attı, tekmeledi. Anne bir çay verir misin? Vermezsem eğer
darılmaz, ama susar. Dükkanımın bereketi Perihan. Gazeteci de geldi, yalan
haberler serisi. Hızır’da geliyor, “gaste”yi ilk o okumalı, telaşı bundan. Açık,
taşarcasına doldurulmuş, kaynar, kesme şekerle içilen, kıtlama çayı. Yarı
fiyatına. Pehlivan kardaş, daha o zamanlar bıyıklarım yeni terliyo. Hani şu
yavşak Kasım var ya şimdi O’nun bitlendiği ev, işte orada oturuyodu. Karşıda o
zamanlar çiçek pavyonu var. Babam yeni ölmüş. İki kardaş, kız, yük omzumda.
Erken atıldık hayata, erken başladık tekmelenmeye. Nerde sendeki rahat bizde.
Bana ilk veren, beni ilk öpen kadın, o işte. Ne öperdi ama. İçim titrerdi.
Biraz yaşlıca idi ama öylesine sıcaktı işte. Meğerse o da beni beklermiş. Kaçır
beni ulan dedi. Nereye gidecez. Açlıktan ölürüz alimallah. Yok dedim, olmaz. Bi
daha konuşmadı benimle. İki sene önce, bentderesinde verem olmuş yapayalnız
öldü. Benim sonumda işte kardaş, böyle
olacak sanırım. Şimdiden elim titriyo, bıktım bu kaat işinden şerefsizim. Topla
topla üç kuruş lokma parası. Kusurumuza bakma. Açtık ağzımızı yine. Bilirdim ki
Perihan açtır. Mercimek çorbası, iki tane, yanında limonda olsun Mustafa. İki
sene önce yine imamdan önce uyanmış, yola koyulmuştum. İtler ürüyodu. Hızlı
adımlarla uzayan ağaçlı okul bahçesinden kaçar adımlarla yürüyordum. Sanki bir adım hemen arkamda, bir el omzuna
dukundu dokunacak, bir nefes…Bir ses duydum, inleme. Uzaklaş, koş, kaç. Hayır.
Acının yanına gittim. Eli yüzü kan içinde, fena dövülmüş. Elimi uzattım.
Yutkundum. Gözlerini açtı, bana baktı.
Hayata herşeye rağmen geri gelmiş, yeniden doğmuştu. Önce Numune’ye, iki
gün orda yattı. Aldım eve getirdim. Hanım –hakkını ödeyemem, ilgilendi.
İyileşir iyileşmez Başkent hamamına götürdüm. Osman bi güzel yıkattır bunu
sonra kaveye gönder. Geliş o geliş, iki yıldır her sabah, kapıda beni bekler
Perihan, yaz kış, sıcak, ayaz. Ama hep yalnız. İki yıldır ben hep imamdan önce
uyandım. Üşümüştür, acıkmıştır. Yalnızlık anlatılamaz, inanırım . Bi laf
çıkardı adamın biri, eski müşterim, Perihan’la sözde yatmışım diye, töbe haşa.
Ondanmış iyiliğim ! O gün bugündür yüzünü göremem Perihan’ın. Adamı rezil
ettim, sövdüm, dövdüm, vebali boynunadır. Perihan gitti. Bir daha hiç görmedim.
Ama ben yine de bir umut, hep imamdan önce uyanıp güne erken başladım. Ocağı
yaktım, kahveyi talaşladım, kültablalarını dağıttım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder