Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

8 Kasım 2012 Perşembe

Mutluluk Nedir ?


Filozoflar, din adamları, bilim insanları...Herkes bir şekilde bu çetrefilli sorunun peşinde. Batılı filozoflar ile doğulu bilgeler arasındaki uçurum ise manidar ! Batı medeniyeti, mutluluğu tanımlarken kadim Yunan bilgesi Aristoteles’ten-istisnalar hariç, hep bir icazet bekler. Ne  düşünce ne de inanç, güven veren o devasa heykelin gölgesinden bir türlü ayrılamaz. Kendini savunmak ya da saldırmak ancak Aristo’nun olumlaması ile mümkündür. Batı Aristoteles’i yaklaşık 2000 yıl boyunca aşamaz. Rafael’in tablosunda, İbn Rüşd bile ne öğrensem kar der gibi bakar adeta Aristo’nun arkasından.                 

Aristo’ya göre mutluluk,  ruhumuz için gerekli olan ahlaki ve entellektüel erdemler ve eğitim, bedenimiz için; güç, sağlık, güzellik gibi duyusal kaynaklar ve ayrıca servet, dostlar, iyi bir doğum, iyi çocuklar, iyi bir miras, iyi bir ün gibi dışsal kaynakların tatmin edilerek istenen doğru arzuların oranını arttırmakla elde edilir. Aristo’nun izinden Fourier “ Mutluluk pek çok tutkuya... ve onları gerçekleştirecek  olanağa sahip olmaktır. Çok az tutkumuz ve çeyreğini bile tatmin etmeye ancak yetecek kadar kaynağımız var. İşte bu nedenle dünyamız evrendeki en sefil gezegendir.” der. Tocqueville de aynı ekolden seslenir : “Mutluluk, nesneler, göstergeler ve konfor aracılığıyla ölçülebilir refahtır!” Descartes da umudumuza son noktayı koyar ve sadece bilge ve erdemli değil, aynı zamanda zengin olacak kadar da şanslı olanların, bu şansa sahip olamayanlara oranla daha mutlu ve memnun olacaklarını söyler. Kapitalist sistemin genel kabulü olan bu mutluluk anlayışı, hazza, haz ise zamana, nesneye ve yere bağlıdır. “Siz onu deneyimledikçe bir şekilde kendini tüketir, dışarıya yayılan birşey değildir.” Montaigne haklıdır, hazza odaklı bu mutluluk anlayışı haddini aşarak kendini tüketir.   ANd9GcQHElUDD3mA6mCunZ-sW1i3RYxbTo4rwAd5hlqMxnvwBa_e7QDB
Robert Nozick, “Anarşi, Devlet ve Ütopya” adlı kitabında bizlere istediğimiz deneyi yaşatacak kurgusal bir Deney Makinası’nı anlatır. Bu tema, 1999 yılı yapımı Kült film Matrix’te çok etkileyici bir şekilde Coen Kardeşler tarafından da görselleştirilmiştir. Süper nöropsikolojistler Aristo’nun mutluluk için gerekli olan tüm dışşal ve içsel şartlarını bu kurgusal Deney Makinasında yaşattırabilir. Filmde, Matrix’ten (Sanal gerçeklik dünyasından) daha önce Morpheus tarafından çıkarılan ve artık özgür bir insan olan Cypher adlı karakterin
Ajan Smith’ten arkadaşlarına ihanet etme karşılığında Matrix’e varlıklı, önemli bir insan olarak geri dönme pazarlığı yaptığı sahne oldukça düşündürücüdür. Resimdeki gibi bir tüpün içinde gerçeklerden kopuk ama son
derece mutluluk içinde yaşamayı kim ister ? Cypher, Batı felsefesinin ve kapitalist düşüncenin dominant anlayışına uygun olarak tamamıyla benmerkezci nesneler, göstergeler ve konfora dayalı hazcı mutluluğu seçer. "Bu bifteğin gerçekte varolmadığını biliyorum. Onu ağzıma
koyduğumda Matrix beynime onun lezzetli olduğunu söylecek. Dokuz yıldan sonra, neyin ayırdına vardığımı biliyorsun: Cehalet mutluluktur ! “ Cypher, insanlık soyunun yokolma pahasına sahte hazları seçer, arkadaşlarını ele verir.

Stoacılar, Aristo’nun düşünceleri karşısında sağlam dururlar. Zenon, servet, ün, mevki,... vb. “insanların tümüyle kendi kontrollerinde olmayan şeylere bağımlı kişilerin mutsuz olacağı konusunda bizleri uyarır.” Epictetus’ta Aristo’nun tersine mutluluğun ancak dış kaynaklara mümkün olan en az şekilde bağımlı olunduğunda ve irademiz dışında kalan şeyler konusunda kaygılanmaktan vazgeçildiğinde elde edilebileceğini söyler, ona göre “insanları üzen eşya ve olaylar değil; ama bunlar yolu ile edindikleri düşüncelerdir”. Epikür’de benzer şekilde “mutlu bir yaşamın sakin, yalın, sevgi dolu ve her şeyin ötesinde, sosyal statü, milliyet ya da cinsiyet ne olursa olsun, acıdan korkudan ve ıstıraptan uzak olması” gerektiğini söyler. Bu cenahta filozoflar adı henüz nörolog ve psikologlar tarafından konulmamış olsa da “ hazcı değirmen”in farkındadırlar. İslam Sufizm’inde ve Doğu bilgeliğinde de hazza dayalı mutluluk kelimesi yerini esenliğe-eski tabiri ile selamet, bırakır.

Esenlik, sadece zevk veren bir duygu değildir. Bütün duygu durumlarını, kişinin karşılaşabileceği bütün sevinçleri ve üzüntüleri aslında istila eden ve onların temelini oluşturan yoğun bir huzur ve tamamlanma hissidir. Bir insan mutsuzken de esenliğe sahip olabilir. Bu yaklaşım, Aristo’dan itibaren beynimize kazınan ve günümüz modern kapitalist toplumlarında bizi hazcı değirmenin yokedici döngüsüne hapseden nesneye, şekillere bağlı hazcı mutluluk anlayışını tersyüz eder. Buda ise mutluluğun bile dukka olduğunu söyler, dukka ıstırap ya da doyumsuzluk demektir. Montaigne haliyle Buda’yı bilmez. Anlık zevklerle özdeşleşen mutluluk kelimesi esenliğin yanında pek sönük kalır. Adı hazla anılan mutluluğun yıldızı modern dünyanın bilgeleri nezdinde değerini yitirmiştir artık. Oysa Esenlik sorumluluktur, esenlik bilmektir, yaşamı tüm hücrelerinle hissetmek, Aldous Huxley’in ifade ettiği şekilde farkındalığın kapanan kapılarını mümkün olduğunca açabilmektir. Kızılderili şefin sözleri ne kadar da manidardır: Onlar daima bir şey arıyorlar. Ne arıyorlar ? Beyazlar daima birşey istiyorlar. Onlar daima huzursuz ve rahatsızlar. Biz onların ne istediklerini bilmiyoruz. Onların deli olduklarını düşünüyoruz. 

“Hedonik Değirmen” kavramı, doğduğum 1971 senesinde iki psikolog tarafından kullanılmış. “ İnsanlar yaşamlarındaki sağlık ya da gelir gibi konuların yarattığı iniş çıkışara kısa bir tepkinin ardından yine nötr durumlarına dönüyorlardı.” Sadece tersliklere değil, iyileşen koşullara da hedonik adaptosyon gösteriyorduk. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarda gelir seviyesi belli bir seviyeden sonra ne kadar artarsa artsın mutluluk düzeyinde belirgin bir artış olmadığını gösteriyor. Mutluluk beklentilerimiz ne kadar yüksekse değirmen de o kadar verimli çalışır ve tatminsizliğimiz ve hayal kırıklıklarımız da bir o kadar şiddetli olur. Yukarıda gösterilen grafik depresyondaki herhangi bir insanın tüketim sürecinde yaşadığı duygusal değişim sürecinin bir özetidir.    

Kimi zaman rüzgar o kadar hızlı eser ki, hedonik değirmenin kanatları çok hızlı döner ve işte o zaman öğütme hızı maksimuma çıkar, bazan mil yatağından çıkar, kanatlar savrulur, birey çaresiz uçuruma sürüklenir... Maalesef bu döngüye düşen bireylerin %1 gibi kayda değer bir kısmı sürecin iniş çıkışlarına dayanamayarak intihar eder. Okunacak kitaplar, seyredilecek filmler, gidilecek konserler, tiyatrolar, sevilecek/düzülecek kadınlar/erkekler, maskeler, maskeler... Değirmen bilincimizi, ilişkilerimizi, sevgimizi, yalnızlığımızı, sorumluluk duygumuzu...önüne ne koyarsak onu öğütür. Hep daha fazlasını ister bizden, daha çok mutluluk vaadiyle. Taki biz tükeninceye, psikolojik bağışıklık sistemimiz çökünceye kadar bu öğütme işi, kandırmaca devam eder. Mevlana’nın dediği gibi bağı çözer ve azat olur kimi. Ancak her şeyin mevcut halinden bir adım dışarı çıkabilme yetisi gerektirir bağı çözmek, ustalık ve cesaret ister. İlk gençlik yıllarımda yaşadığımız mahalle camisinin sofu imamı televizyon için şeytan icadı der, televizyon başından kalkmayan ahaliyi kınardı. Yıllar sonra onunla benzer bir noktada bulunduğum düşüncesi bana oldukça ironik geliyor. Televizyonun modern dünyada geldiği nokta kendisini bir zamanlar aşağılayarak aptal kutusu diyenleri yanıltır, zekasıyla milyarları bağımlı birer köle haline getirmiştir.  Kendisi de bir değirmenci olan reklamcıların ekrandan pompalanan albenili sahte mutluluklarının, egolarımızı besleyerek bilincimizi körleştirdiği, felç ettiği bilimsel bir realitedir artık. Modern insan kimliğini nesnelerin yozlaştırıcı prizması üzerinden, statüsünden, sahip olduğunu sandıkları ile ifade eder.  İçimizde bir “şey olma “ ateşi yanıyor. Kendimiz gidiyoruz artık değirmenin demir pençelerine alkışlar arasında ve aptal bir gururla, övütülüp bir kenara atılmak üzere.  Bize baki kalan bir huzursuzluk, iç sıkıntısı, tüm beyin enerjimizi tüketen bir işkence, kendinden bir “şey” çıkaramama telaşı, bir eksiklik, yetersizlik duygusu, tatminsiz bir eve dönme” isteği...Aynen Kavafis’in “Bu Şehir” şiirinde tasvir ettiği gibi:

"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,
"bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede."

Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma-
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de      
   
M.S. 835 yılında Çinli Po-Chu-I ise Kavafis’e 1100 yıl önce şöyle seslenir:

Dünya okuyamayanları aldatır;
Ben ne mutlu ki, kalemimde ve yazımda
Ustalaştım.
Dünya mesleği olmayanları aldatır;
Yüksek düzey bir meslekle kutsandım.
Yaşlılar genelde hastalanır;
Benim şu gün bir ağrım ve acım yok.
Onların genelde sorumlulukları, bağları vardır;
Ancak ben evliliğimi tamamladım ve
Onu kabullendim.
Zihnimin huzurunu bozacak değişiklikler
Olmaz;
Uzuvlarımın gücünü zayıflatacak şeyler olmaz;
Böylece on senedir
Vücudum ve ruhum münzevi bir huzurun
İçinde.
Ve dahası son yıllarda
Sadece birkaç şeye ihtiyacım oldu.
Beni kışın sıcak tutacak bir halıya;
Bütün gün bana yetecek bir öğüne;
Evimin küçük olması mesele değil;
İnsan aynı anda tek odada uyuyabilir.
Birçok atımın olmaması önemli değil;
İnsan aynı anda tek bir faytona bilebilir;
Tüm insanlar arasında benim kadar şanslı olanı
Herhalde on kişiden yedisidir.
Yüz kişiye bakın, benim kadar mutlu olan
Tek kişi bulamazsınız.
Başkasının işi olunca herkes dahidir
Kendi işi olunca bilgeler bile yanılır.
Kimseye kalbimi açmaya cüret edemem
Bu yüzden sözlerim, yeğenlerime ve kuzenlerimedir.

Aristo ve ekolünün suratının asıldığını, Stoacıların, Sufilerin, Doğu bilgelerinin ise memnuniyetle gülümsediklerini görebiliyorum.

cc

Hiç yorum yok:

Bu Blogda Ara