14 Mayıs 2014 Çarşamba
Kafa Hesabı= 1 Milyon USD/ÖLÜ
Senin de unutulacak ölümün öncekiler gibi ! Belki de aynı madene girecek
öpmeye kıyamadığın Memed’in, Ahmet’in…Belki de şu an eşinin yüreği gibi yanacak
onları eşleri Ayşe’nin, Emine’nin…Değişen sadece isimler olacak, ama kar
merkezi mezarlar yerinde duracak, daha fazla kandan kar üretmek için… ! Kafa
hesabı yapacak, köle tarlalarının verem olmak üretimi düşürür diyen efendileri...Mesela
dudak kenarlarında gizleyemedikleri hafif bir gülümsemeyle, 5 milyon dolar kar,
sadece ama sadece 5 işçi ölmüş, dünya ortalamasına göre fena bir rakam da sayılmaz
hani ! 1 Milyon USD/ÖLÜ ! Soma’lı kardeşim, sen , ben, bizler anlamadıkça bu
zülüm bu talan bu yalan düzenini ve değiştirmek için mücadele etmedikçe, sadece
mezar taşlarına yazılan isimler ve tarihler değişecektir…Keşke sana gönül
rahatlığıyla rahat uyu diyebilseydim ! Bu toplumdaki umut tüketen aç gözlülük,
empati yoksunluğu, talan düşkünlüğü kesiyor nefesimi…ve sana yalan söylemeye dilim
varmıyor, zira biz böyle oldukça böyle gidecek dünya düzeni…!
15 Nisan 2014 Salı
Hipotenüsten kesinliğe koşanlar ya da iki kere iki beş eder
Yaşam suyunu Ortadoğu’nun semavi topraklarından, mitolojik
arka plandan, batıl inanış ve korkulardan alan dogmatik bir belleğe sahibiz. Rüzgarlar adeta önyargıyı körüklemek için esiyor bu çorak coğrafyada. Ateş kusuyor diller
kesinliğin keskin ucuyla. Sonuç: düşünce kalıpları
ile konforlu hayatlar. Belirsizlik korkutuyor bizi ve onunla
yaşayacak kadar da kemale ermiş değiliz. Maalesef. Tarih boyunca yaptığımız
hataların tekerrürü belirliliğe kör bir sadakati her daim mümkün kılıyor. Şiar
açık: Ya bizdensin ya da düşman, taraf değilsen bertaraf olursun…1 ya da 0.
Açık zaman algısı ürkütüyor bizi, sonsuzluk sanki bir hakaretmiş
gibi…Her şeyin bir sonu, kıyameti olması gerektiği işlenmiş havsalamız almıyor zira başka türlüsünü. Zamanın ucunu kapatıyoruz. Kıyamet, cennet, cehennem, proleter
diktatörlük… Soru işaretlerini yaşasın ölüm nidalarının sonuna ünlem olarak sokuşturuyoruz !
Cantor, Boltzman, Türing ve Gödel…Kesinliği ararken noksanlığın
öldüren eşitliği karşımıza çıkıyor…! Etrafımızı saran belirsizliklere karşı “modern
insan” ya da kalabalıklar “kesinlik”ten başı fena halde dönmüş bir şekilde
aforizmalar, tehditler savuruyor etrafa.
Dini bütün olan Dostoyevski ise tüm bunları ne kadar da güzel
ifade ediyor: insan, geçici hevesleri olan, tutarsız bir varlıktır ve tıpkı
satranç oyunu gibi hedefe ulaşmayı değil de hedefe giden yolları daha çok
sever. Emin olamayız elbette, ama insanın ulaşmak için çabaladığı şey, hedefe
giden bu yol olabilir, o da hayatın ta kendisidir zaten. Aslına bakılırsa hedef
iki kere iki dörttür yani bir formüldür; ama bu formül hayatın değil, ölümün
başlangıcıdır. İnsan, daima iki kere ikinin dört etmesinden korkmuştur, tıpkı
benim korktuğum gibi. İnsanın uğrunda denizler aştığı, hayatını tükettiği
hedefi, iki kere iki dörttür: ama öte yandan insanın korkusu bu hedefe
ulaşmaktır. Çünkü ulaştığı an hedefsiz kalacağının bilincindedir. İşlerini bitirip
paralarını alan işçilerin gideceği yer meyhanedir, oradan da karakola düşerler
nasıl olsa. Alın size, en az bir hafta sürecek uğraş. Peki ama bizler nereye
gideceğiz ? Bu nedenle hedefe varışta bir huzursuzluk duyulur. İnsan, hedefe ilerlemeyi
sever, ulaşmayı değil; şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu. İşin en hoş tarafı,
insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır. İki kere iki dört formülü, yine de
dayanılmaz şey doğrusu. Bana kalırsa, iki kere iki dört büyük bir küstahlıktır
ve etrafa tükürükler saçan, elleri belinde yol kesen bir külhanbeyinin ta
kendisidir. İki kere ikinin mükemmelliğine inanıyorum; fakat ondan daha üstün
olduğuna inandığım şey, iki kere ikinin beş etmesidir.
Hipotenüsten ayrılıp az kullanılmış yolu seçin ve bırakın
iki kere iki dört etmesin...
19 Şubat 2014 Çarşamba
Nazi Sözlüğü ve Biz
Naziler, toplama kampları, fırınlar, gaz odaları...Bu
kelimelere General Patton, Schndler’in Listesi, D-Day, Piyanist gibi yüzlerce Hollywood filmlerinden
aşinaydım. Türkiye kimilerinin Hitler İnönü dediği İsmet İnönü’nün hassas
politikası sayesinde doğrudan bu anlamsız savaşın yıkımını yaşamamıştı. Savaşa ilişkin düşüncelerim doğrudan savaşta edinilmiş düşünceler değildi,
okuduklarım ve seyrettiğim sinema ve dizilerden oluşmuş, acıyla içselleşmemiş
yüzeysel bilgilerdi. Soykırım ya da 2.dünya savaşında müttefiklerin abartılı
zaferlerini anlatan ve acıları şey’leştiren filmlerin ruhumdaki tahribatı sayesinde
başkalarının acılarını ayaklarımı uzatıp patlamış mısır yiyerek vicdanım
sızlamadan ve içim burkulmadan seyredebiliyordum. Hollywood, düşman yaratmanın
ticari başarıyı getirdiğini çoktandır keşfetmişti. Önce Kızılderililer ve
zenciler, ardından soğuk savaş ile komünizm, 1960’ların sonuna doğru Naziler ve
nihayet İslam düşmanlığı. Nasıl ki Nazileri bir arada tutan çimento Yahudi
düşmanlığı idiyse, modern Amerikan toplumunu da bu yapay ticarileştirilmiş gotik
korkular bir arada tutuyordu. Bu yüzden çocukluk hayallerimde John Wayne’nin
yanında at binerken, ilk gençlik yıllarımda Kolomb’la başlayan ve yaklaşık 400
yıl süren yerli soykırımının son noktası olan Dakota yerlilerinin “yaralı diz” de
katledilmesine ağlayıp, A.B.D. süvari birliğine lanetler yağdırdım. Hollywood inandırıcılığını
yitirmiş, ünlemler kıvrılıp soru işaretine dönüşmüştü benim için. Bize
anlatılanların arka planının hiç de anlatıldığı gibi olmadığını anlamak yıllar
aldı. Yönetim ve Ekonomi’nin Nazi dilinde Toplama kampı ve Yahudilerin imhası
anlamına geldiğini duyduğumda ise şaşırmadan edemedim. Açıkçası böyle bir Nazi sözlüğünden haberim
yoktu.
Naziler adeta suya yazılan, ortada hiçbir delil
bırakmayan ve yaptıklarını hükümsüzleştiren özel bir dil yaratmışlardı. Resmi
suça hizmet edecek bir bürokrasi diliydi bu. Naziler, soykırımda mühendisliğin
ve Alman dilbiliminin tüm yaratıcılığını kullandılar. İstisnaları olsa da,
soykırımla ilgili kullandıkları terminoloji konusunda da çok imtinalı idiler.
Öldürmek, gaz odaları, imha gibi kelimeler kazara ya da kasten yapılmamışsa yazışmalarda
ve konuşmalarda hiç kullanılmıyordu. Gaz odalarına giden yolun adı cennet
yoluydu. Seyreltme, imha ile toplama kampına yeni getirilenlere yer açma
anlamına geliyordu. Temizlik; yok etmenin, Nihai Çözüm; Yahudilerin sistematik
ve toplu imhasının kod adıydı. “Irsi ve Yatırım Gerektiren Ağır Hastalıklar Bilimsel
Araştırma Enstitüsü” çocuk ötenazilerinden sorumlu olan birimdi. Ötenazi
kurbanlarını ölüm tesislerine taşımakla sorumlu olan paravan şirketin adı ise
“Kamu Yararına Çalışan Hasta Nakliye Şirketi “ydi.
Bugünün Türkiye’sinde bizlerde maalesef yeni bir sözlük yazmakla meşgulüz ! Ve bu sözlük hiçbirimizin hayrına olmayacak.
14 Şubat 2014 Cuma
Seni Seviyorum OS1 !
Yalın hali gerçek olan aşk…İnsanın belalı ayrıcalığı…İnsanın,
daha doğrusu tüm canlıların…Peki ya nesneler...Bizim yarattığımız, gece gündüz
demeden ürettiğimiz ve tükettiğimiz nesneler, makineler…Aşkı tadabilirler mi ?
Kapitalist dünyanın nesnelerle olan ilişkisi yıkıcı bir
şekilde sıkıntılı…Aymaz bir yanılgıyla bağlıyız nesnelere…Bu patetik yanılgının
(Pathetic fallacy) iki yüzü var: Biri
metaforlarla edebi dünyamızı
zenginleştiren zararsız yanı…Somut ya da soyut kavramları ancak insanlara
atfedilebilecek kavramlarla süslemek…Güneş sıcacık gülümser somurtkan bulutlar
arasından, Tanrı büyüktür ve çalıştığımız şirketler birer hapishanedir… Metaforsuz
dil yavan, baharatsız, çeşnisiz bir sofra ! Ancak metaforların yarattığı
dilin zihinle olan ilişkisinde sorun baş gösteriyor…Algı gerçeğe,
yanılgı aymazlığa dönüşüyor, çoğunlukla ve gönüllü bir isteklilikle…
Spike Jonze “Her” filminde tam da bu yanılgıya odaklanır…Cep telefonunun
işletim sistemine aşık olan ve görünüşte hepimiz gibi gayet sıradan görünen biridir kahraman…Bu sıradanlık empatimizi kolaylaştırır, patetik aşk'ın bir
parçası oluruz şaşkınlıkla ve Samantha ile (Scarlett
Johansson’un seslendirdiği işletim
sisteminin kendine seçtiği ad) flört ederken buluruz kendimizi. Öyle ki, İşletim sistemi başka bir işletim sistemi
ile aldatır kahramanımızı/bizi ve kıskançlıktan çılgına döneriz.
Sorunun kaynağı, günden güne artan yalnızlığımızdır, şehirlerde yarattığımız
iflah olmaz yalnızlığımız…Plazalarla dolu yalnızlık alanları gerçekle olan bağımızı
öylesine koparıyor ki, yanı başımızda sevgiye aç gözlere kayıtsız kalıyoruz. Çeşmenin yanında susuzluktan dudaklarımız çatlıyor, kana kana aşkı sevgiyi içemiyoruz.
Ve nafile, makineye aşkımızı ilan ediyoruz:
Seni seviyorum OS1 !
Seni seviyorum OS1 !
Kaynakça
Shaffer, H.J. (1996). Understanding the means and
objects of addiction: Technology, the internet, and gambling. Journal of Gambling Studies.
12/4. s.461-469
Cibran, C. (2013). Anlamsal web ve birbiriyle konuşan
bilgi nesneleri. 15.02.2014 tarihinde http://celalcibran.blogspot.com.tr/2013/02/anlamsal-web-ve-birbiriyle-konusan.html
adresinden görüntülendi.
Cibran, C. (2013). Mekanik aşk. 15.02.2014 tarihinde http://celalcibran.blogspot.com.tr/2013/08/mekanik-ask.html
adresinden görüntülendi.
5 Şubat 2014 Çarşamba
Ormanı Görme Sanatı: Ağ Okuryazarlığı
Öyle ki , "Her" filminde insan-makine aşkına, şüphe ile karışık bir şaşkınlık, tetikte bir imrenme ile eşlik ediyoruz. Makineleri sevebilir miyiz ve hatta daha da ilerisi makineler birbirlerini sevebilirler mi ? Bilgisayarların birbirlerine aşkla bağlı olduğu bir dünya...Tasavvur etmesi dahi güç...Neyse, konuyu dağıtmayayım...
Edward
Lorenz’in “Kaos Kuramı” ve Granovetter’in “Zayıf Bağların Gücü” adlı araştırmalarının
1970’li yıllarda yayınlanmasından itibaren, son kırk yılda ağlar ve ağ bilimi üzerine
yapılan bilimsel araştırmaların sayısı hızla arttı. (Borgatti ve Foster, 2003, Barabasi,2003; Cross et
al.,2001; Jonhson,2004; Morris et al.,2010; Wilson, 2000).
Örgüt
bağlamında ise yöneticiler, sistemlerin karmaşıklaşması ve küreselleşme ile
uluslararası ve “dağıtık” bir nitelik kazanan insan kaynakları ve entellektüel
sermayelerini yönetme konusunda ciddi sorunlar yaşıyor. Bu sorunların aşılmasında, bilgi
profesyonellerinden, bağlantıların oluşturduğu verileri anlamlı görseller
haline getirmeleri, simülasyonlar ve senaryo geliştirme uygulamalarıyla karar
destek sürecine katkıda bulunmaları bekleniyor (LaValle et al., 2011)
Artan bilgi gereksinimlerin
giderilmesi hususunda ağ okuryazarlığı, “bağlantı”lardan bilgi üretebilmek
konusunda bilgi profesyonellerinin kazanması gereken temel yetkinliklerden
birisi ve 21.yüzyılda önemli okuryazarlıklarından biri olacak (Lankshear ve
Knobel,2011:204, McClure,1997). Tüm önemine karşın, günümüzde ağ okuryazarlığı
hakkındaki bilimsel çalışmaların sayısı ise hala çok az.
Gerek özel
gerekse iş hayatında başarılı ve mutlu olmak için bütünü görmek ancak ağları okuyabilmekle mümkün.
Sorun şu: Normal okuryazarlıkta sorunu olan ve "istismarcı çoğunluk" baskın olan bir Türkiye'de insanların ağ okuryazarı olmasını beklemek ne kadar gerçekçi ? Cevabı maalesef içinde saklı...
References
Barabasi, A.L. (2003). Linked. Plume-Penguin Group.
Borgatti, S.P., Foster, P.C. (2003). The network paradigm in
organizational research: A review and typology. Journal of Management. 29/6.
Cisco. (2012). Cisco visual networking index: Global Mobile Data Traffic
Forecast Update 2012-2017. Available via http://www.cisco.com/en/US/solutions/collateral/ns341/ns525/ns537/ns705/ns827/white_paper_c11-481360.pdf. Accessed 25 January 2014.
Cross, R., Parker, A., Prusak, L., Borgatti, S.P. (2001). Knowing what
we know: supporting knowledge creation and sharing in social networks. Organizational Dynamics. 30/2.
Granovetter, M.S. (1973). The strenght of weak ties. American Journal of Sociology. 6. p.1360-1380.
Johnson, C.A. (2004). Choosing people: the role of social capital in
information seeking behaviour. Information
research. 10/1.
Lankshear, C., Knobel, M. (2011). New
literacies. Berkshire: Open University Press. 3.Baskı.
LaValle, S. Lesser, E., Shockley, R., Hopkins, M.S., Kruschwitz, N.
(2011). Bid Data, Analytics and the Path From Insights to Value. MIT Sloan
Management. 52/2.p.21-31.
McClure, C.R. (1997).Network literacy in an electronic society: An
educational disconnect.Current perspectives. Information and behavior. 6. p 403-439
Morris, M.R., Teevan, J., Panovich, K. (2010). A comparison of
information seeking using search engines and social networks. Association for the advancement of
artificial intelligence.
Wilson, T. (2000). Human information behaviour. Informing Science. Special Issue on Information Science Research. 3/2.
26 Ocak 2014 Pazar
Vatan Haini “Şebeke”yi Deşifre Ediyorum: Zayıf Bağlar !
Bilgiyi bağlantılar yaratır. Hem de zayıf olanları ! Bu
gerçeği 1973 yılında yayımlanan Granovetter’in sosyolojide gelmiş geçmiş en çok
atıf alan ünlü makalesi “Zayıf Bağların Gücü”nden beri biliyoruz. Zayıf
bağlar, her gün görüşmediğimiz arkadaşlar, üniversiteden tanıdıklar, ideolojik
olarak farklı düşündüğümüz insanlar vb.dir. Güçlü bağlarla bağlı olduğumuz
insanlardan ( ailemiz, çok yakın çevremiz) aldığımız enformasyonlar zamanla
kendini tekrar eder. Şayet “zayıf bağlar”a sahip değilsek bozuk plak gibi
kendimizi tekrar etmek zorunda kalırız. Bilgiye dönüştürülebilecek enformasyonları zayıf bağlar sağlar.
Zayıf bağların kopartılması
(farklı düşünen gazetecilerin kodese tıkılması, olmadı işlerinden attırılması,
eleştiren tüm muhaliflerin vatan haini ilan edilmesi, safların ne pahasına
olursa olsun sıklaştırılması vs.) aslında kendi ayağımıza sıkmakla eşdeğerdir.
Bilgiye/kanıta dayalı karar verebilmek için zayıf bağları sürekli geliştirmek
ve ilişkileri desteklemek bir tercih değil, yaşamsal bir zorunluluktur. Aksi
taktirde jöleli danışmanlardan gelecek enformasyon bilgi üretemeyecek denli
zayıf olduğundan, verilen kararlarla hatalar hataları doğuracaktır.
Zayıf bağların kopartılması ile bilgi şebekesi (ağı) günden
güne zayıflar. Zayıfladıkça da bilgi şebekesinin bir cehalet şebekesine (enformasyon ağı)
dönmesine yol açar. Öyle ki en zayıf şebeke olan ve birbirinden kopuk olan enformasyon
şebekesi dahi anlamsız verilere parçalanır.
Vatan haini işte bu şebekedir. Bilgelik yolunda
giderken bize çelme takarak anlamsız verilerle hatalı kararlar aldıran vatan haini
lobici şebeke!
Kaynak:
Granovetter, M.S. (1973). The strenght of weak ties. American
Journal of Sociology. 6. s.1360-1380.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)