Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

30 Kasım 2013 Cumartesi

Fetva ve Vicdan

Siyasetin dindar ve kindar dilinden günlük nasibini almanın kirlenmiş yükü var üzerimizde. Gündelik salya sümük bağırışlar arasında, akl-ı selim sığınacak bir delik dahi bulamıyor, hoyratlıkla sindiriliyor. Kaçmak en kolayı belki de. Ama unutmak ! Doris Lesssing’in “başlangıçta yazarlığı düşünmedim, sadece nasıl kaçacağımı planlıyordum, hem de her zaman…” cümlesini okuduğumda içim duygudaşlıkla acıyor. Zira Kavafis’ten biliyorum bir kaçış olmadığını…Yalnızlık sürekli kendi etrafında  dönen bir kale gibi…Girmesini istediklerimizin umarsızca etrafında döndükleri ama bir türlü girmeyi beceremedikleri bir kale…Burçlardan acı acı bakıyoruz, keşke Rapunzel kadar şanslı olabilsek de saçlarımızı uzatabilsek...

Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin 500 yıl öncesinden verdiği şu fetva geliyor aklıma, Hrant’ı, Gezi Direnişi’nde öldürülen gençleri ve daha nicelerini düşündüğümde: Bir kasaba yakınında biri öldürülse ve katili de bulunmasa diyetini kim ödeyecek? Bütün kasaba mı, yoksa cinayet yerine öldürülenin çığlıklarını işitebilecek kadar yakın evlerde oturanlar mı? Cevap: Ölünün çığlığını işitebilecek yakınlıkta oturanlar!
Oysa ki günümüzde televizyonlarımızın ya da bilgisayarlarımızın başında sıcak çaylarımızı yahut içkilerimizi yudumlayarak canlı infaz seyreder hale gelen bizler, ruhumuza fiyaka attırıyoruz Vasfiye teyze misali “Yazzııkk”larla !

Rabelais’in donmuş sözcükler diyarı adeta bu ülke. Ve tüm canlı renklerin, yaşam dolu seslerin, parıltılı fikirlerin taşlandığı. 

Fetva bugün hepimizi içine alıyor, diyet borcumuz var, zira çığlıklar odamızın içinde yankılanıyor ! 

Hiç yorum yok:

Bu Blogda Ara