Son günlerde alevlenen dershane tartışmasının siyasi mahiyeti ve eğitim sistemini düzeltmeye yönelik olmadığı çok açık. Meselenin bir “güç” mücadelesi olduğunu da biliyoruz. Eğitimdeki
asıl sorunun “anlamlandırma” sorunu olduğunu ise maalesef pek azımız görüyor. Öğretmenlerin
ve öğrencilerin anlamlandırma sorunu !
Nedir anlamlandırma? Öğretmen ve öğrenciler arasında
“gap” yani fark nasıl oluşur? Bu “gap” nasıl giderilebilir? Bu hususları
anlamadan ve çözüm üretmeden dershaneleri kaldıralım/ kaldırmayalım tartışması çok
güdük kalıyor.
Tartışmaya farklı bir açıdan yaklaşmak ve dilimizi
bilimin diliyle keskinleştirmek kaçınılmaz. Doğrudan konuya girelim o halde,
göstergebilimle !
Göstergebilim, iletişim süreci ve etkinliği
konusunu bir yana bırakıp iletişimde “anlam” sorunuyla ilgilenir ve göstergebilim
modelleri “yapısal” modeller olup anlam yaratmada iletişimdeki öğeler arasındaki
ilişkileri işaret eder. Dervin tarafından, fenomenoloji ve göstergebilim
(semioloji) alanlarının etkisinde geliştirilen anlamlandırma (sense-making)
metaforu, özellikle 1980’li yıllardan itibaren bilgi arama davranışları
konusunda en etkili metodolojilerden birisi olmuştur.
Dervin’in anlamlandırma metaforunda önemli bir yer
tutan “yapı” (structure) kavramı, temelde bilişsel düşünceyi bir yansıtma
olarak değil, bir yapım (construct) ve üretim hareketi olarak görmektedir. Bir
eylem olarak bilgi, bireyin uzay-zaman boylamında “an”daki hareketiyle
tasarımlanır. Bizim eğitim sistemimizde yıllardır anlayamadığımız bir husustur
bu.
Anlamlandırma metodolojisinin amacı, iletişim için sistemlerin ve
pratiğin daha iyi bir tasarımını mümkün kılmaktır. İletişimin yalnızca insanlar
arasında olmadığı, insanlarla diğer
canlılar/makineler/nesneler arasında veya tüm bunların birbirleri arasında da
olabildiğide ayrıca dikkate alınmalıdır. Alıcı aynı zaman da bir verici de olabilir veya aynı anda bir alıcı-vericidir.
Her durumda iletişim, uzay-zaman içinde ve çift yönlü olarak inşa edilir.
Şekil-1: Çift yönlü
iletişim modeli
Anlamlandırma metodolojisinin amacına uygun olarak
ve anlamlandırma metaforu üzerinden, eğitmen (öğreten) ve öğrenci (öğrenen)
arasındaki iletişim analiz edilebilir, böylelikle daha etkin bir iletişim için
nasıl bir sistem ve pratiğin olması gerektiği anlaşılabilir. İletişimdeki her
iki kaynağın da birer alıcı-verici olduğu bir sistem Dervin’in Anlamlandırma
Metaforunun yeniden yorumlanması ile aşağıdaki gibi kurgulanabilir:
Şekil-2: Dervin’in
Anlamlandırma Metaforundan Uyarlama
Bilgi arama davranışının temel amacı anlamlandırma
suretiyle bilgi üretmektir. Bunun için ilk koşul gereksinimin farkına
varılmasıdır ki bunu “durumsal farkındalık” olarak ifade edebiliriz. Endsley’e göre;
durumsal farkındalık, çevredeki bileşenlerin uzay-zaman bağlamında algılanması,
anlamlarının kavranması ve yakın gelecekteki durumlarını öngörme olarak
tanımlanmaktadır. Durumsal farkındalık, basitçe içimizde ve/veya çevremizde ne
olup bittiğini bilme durumu olarak da tanımlanabilir. Her bir eylemin
anlamlandırma ile sonuçlanmadığı ve bireylerin sıklıkla “anlamlandıramama”
sorunuyla karşılaştıkları günlük yaşantımızda bilinen bir olgudur.
Yukarıdaki şekilde sol tarafta eğitmenin, sağ
tarafta ise bir öğrencinin olduğu bir iletişim ortamı kurguladım. Bu düzende, sol
tarafta bulunan eğitmen bir anlamlandırma sürecine girmiş ve sağdaki öğrenciye yönelik
bir “köprü” oluşturmuşken, öğrenci herhangi bir nedenle “anlamlandırma sorunu” yaşamaktadır.
Hem eğitmen hem de öğrenci, uzay-zaman içinde
birer bilgi alıcı-vericisidir. Her ikisinin de benimsedikleri öğrenme
stili/leri bulunmaktadır ve her ikisi de çoklu zeka kuramına göre bir ya da
birden fazla zeka türüne sahip olabilmektedir. Bu örnekte eğiticinin, konuyu gerektiği
şekilde aktardığını ancak öğrencinin ise konuyu anlamlandırmakta ve/veya sorununu
aktarmakta başarılı olamadığını varsayalım. Gerek eğitmen gerekse öğrenci, şayet
kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık” içerisinde değillerse,
soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. İletişimdeki sorunun kaynağını
analiz edebilmek için eğitmen ve öğrenci, kendilerine bazı temel soruları
sormak durumundadır. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı, her
ikisinin farklı zeka türlerine sahip olmaları ve bunun durumsal farkındalığında
olmamalarıdır çoğunlukla.
Bu kez yukarıdaki metaforda gösterilen eğitmenin dilsel
zekaya sahip ancak sosyal zekaya sahip olmayan bir eğitmen olduğunu, karşısındaki
öğrencinin de sosyal zekaya sahip bir öğrenci olduğunu düşünelim. Bu durumda eğitmen
öğrencinin konuyu “anlamlandıramama”sını olumsuz, dolayısıyla öğrenciyi
başarısız olarak değerlendirebilecektir. Benzer şekilde öğrenci de eğitmen ile
ortak bir iletişim dili kurmakta zorlanabilecektir. Bu ise iletişim
başarısızlıkla sonuçlanmasına, yani iletilmesi istenilen mesajın yerini
bulmamasına neden olacaktır. Günümüz eğitim sistemindeki en temel ve muhtemelen
de en önemli sorunlardan birisi, gerek eğitmenlerin gerekse öğrencilerin sahip
oldukları zeka türleri hakkında farkındalıklarının olmaması ve farklı zeka
türlerine göre öğrenme ve öğretme stillerini oluşturamamış olmalarıdır bence.
Bilgi davranışında fark (gap) yaratabilecek diğer
bir unsur ise öğrenme stilleridir. Öğrenme stili, bir bireyin yeni bilgi ve
becerileri, doğal ve daimi olarak tespit etmesi, işlemesi ve özümsemesi olarak
tanımlanmaktadır. Gerek eğitmenin gerekse öğrencinin kendi öğrenme ve/veya
öğretme stilini bilmesi, öğrenme ve öğretmede iletişimin etkinliği açısından merkezi
önemdedir. Öğrenme modelleri arasında kabul gören modellerden biri olan Kolb
Öğrenme Stili Modeli, Dervin’in anlamlandırma metaforuna benzer şekilde ve
“diğer bilişsel öğrenme kuramlarından farklı olarak, öğrenme sürecinde
yaşantıların önemini vurgulayan ve öğrenmenin yaşantı, biliş, algı ve
davranışın bileşimi olduğunu savunan Yaşantısal Öğrenme Kuramına (Experiential
Learning Theory) dayanır”.
Kolb modeline göre, eğitmenler ve öğrenciler dahil
herkesin yerleştiren (accomodator), özümseyen (assimilator), değiştiren
(diverger), ayrıştıran (converger) olmak
üzere dört öğrenme biçiminin bileşeni bir öğrenme stiline sahip olduğu kabul
edilmektedir. Bu durumda, öğrenme stili kaynaklı iletişimde oluşan fark örneği
olarak aşağıdaki tablo verilmektedir:
Tablo-2’de gösterildiği şekilde yerleştiren bir öğrenme stiline sahip
eğitmenin teknik analizler yerine insanlarla diyalog sonucu bilgi edinmeyi
tercih etmesi beklenir. Ancak karşısında ayrıştıran bir öğrenme stiline sahip bir
öğrenci olması durumunda bu öğrencinin sosyal ilişki geliştirmek yerine teknik
konularla ilgilenmeyi tercih etmesi Eğitmen ve öğrenci arasında bir fark
yaratabilecek ve karşılıklı olarak mesajların tam olarak iletilmemesi ile
sonuçlanabilecektir. Zeka kaynaklı farkta olduğu gibi burada da gerek eğitmen
gerekse öğrenci, kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık”
içerisinde değillerse soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. Eğitmen ve
öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı her ikisinin farklı bir öğrenme stili
bileşenine sahip olması ve bunun durumsal farkındalığında olmamaları olabilir. Benzer şekilde eğitmen kendi eğitim tekniği
konusunda da bilgi sahibi olmalıdır. Kendi öğrenme modeli ve sahip olduğu zeka
çeşitleri konusunda bilgi sahibi olan bir eğitmen, karşısındaki öğrencilerin
öğrenme stillerine göre eğitim tekniğini belirlemek durumundadır.
Fark yaratabilecek diğer bir unsur ise dış
“uyaranlar”dır. Dunn&Dunn Öğrenme modeli, Gardner çoklu zeka kuramı ve Kolb
öğrenme modellerinde belirtilmeyen kimi uyaranları içermektedir. Bu uyaranlar
aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.
Eğitmen ve öğrenci, zeka, öğrenme stili ve öğretme
stillerine ilişkin tam bir durumsal farkındalık içerisinde olsalar da, iletişim
kimi çevre uyaranları nedeniyle de engellenebilir. Dunn ve Dunn modelinde
belirtilen bu unsurlar diğer unsurları genelde tamamlayıcı niteliktedir ve
iletişimdeki sorunu analiz etmeye yardım edecek unsurlar içerir. Özellikle
psikolojik uyaranlar başlığı altında belirtilen unsurlar zeka çeşitleri ve
öğrenme stilleriyle benzerlikler taşısa da diğer unsurlar fark ( gap) yaratan
unsurlardır.
“Ba”nın
yokluğu
Eğitmen ve öğrenci arasındaki etkinliğin temel
amacı “bilgi üretimi”dir. Karşılıklı bir iletişimin bir bilgi üretmesi için
ortamın bilgiyi destekleyici bir ortam olması gerekir. Eğitmen ve öğrenci
arasındaki iletişimin, fiziksel, sanal ya da zihinsel tüm kanallarının açık
olması ve bu kanalların daimi olarak açık tutulmasının desteklenmesi bilgi
üretimi için olmazsa olmaz şartıdır. Japonca’da “ba” (ya da yer) kelimesi, “fiziksel,
sanal, zihinsel ya da daha büyük bir olasılıkla her üçünün bir karışımı olan”
bir ortamı ifade etmektedir. Bilginin
daha önce yapılan tanımında da belirtildiği şekilde dinamik yapısı, uzay-zaman
içindeki ilişkisel yapısı ve insanlara bağlı olması onu “ba”nın yani bilginin
bulunduğu ortamın bir parçası yapar. Şayet bir kurumda/işletmede/ülkede bilgiyi
destekleyici ortam yani “ba” yoksa orada bilginin sistematik üretiminden de söz
edilemez. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi üretimi sürecini etkin kılabilmek
için bilgiyi desteklemenin bir vizyon olarak benimsenmesi, iletişimin
yönetilmesi, bilgi eylemcilerinin ( burada eğitmen ve öğrenci) harekete
geçirilmesi, doğru bir ortam oluşturulması ve üretilen bilginin prototipinin
oluşturularak yerelden küresele dönüştürülmesidir.
Günümüzde özellikle yüksek eğitim sisteminin tüm
dünyada bir kriz içinde olduğu kabul edilmektedir. Gerek kişi başına düşen
eğitim harcamalarının yüksekliği, gerekse eğitim kalitesinin düşüklüğünün neden
olduğu faydaların göreli azlığı, çözülmesi gereken büyük bir sorun teşkil
etmektedir.
Eğitimin içinde bulunduğu krizin en temel
nedenlerinden birisi eğitimin kişiye özel olarak tasarlanamaması ve bir kitle
üretimi mantığı ile bireylere sunulmasıdır. Her bir bireyin farklı zeka
türlerine haiz olabildiği, farklı öğrenme ve öğretme stillerinin olduğu
bilinmektedir. Hal böyle iken tüm bireylere tek tip bir öğrenme stilinin
dayatılması, bu stile uyum sağlayamayan birçok bireyin “başarısız” olarak
nitelendirilmesine neden olmaktadır.
Bilginin, alıcıya tek taraflı olarak iletilmesi
ile değil ancak çift taraflı ve aktif bir şekilde iletişimle ve bilgiyi
destekleyici bir ortamda üretilebileceği kabulünden hareketle, bilgi üretiminin
(öğrenmenin) zeka türlerine, öğrenme stillerine, uyaranlara, eğitim tekniği ve
materyallerine göre bilgi üretimini destekleyecek bir “ba” ortamı içinde
tasarlanması gerekmektedir.
Çift yönlü iletişimin önündeki engellerin
kaldırılmak suretiyle çözüm pratiklerinin oluşturulması ve böylelikle kişiye
özel eğitim tasarımı için;
-
Belirli bir
evrende eğitmenlerin ve öğrencilerin veya bilgi üretiminde bulunan bireylerin ne
tip zekaya/lara sahip oldukları,
-
Nasıl bir
öğrenme ve/veya öğretme stillerine sahip oldukları,
-
Zeka türü ile
öğrenme stili ve/veya öğretme stili arasında nasıl bir ilişki olduğu,
-
Çevre
unsurlarının bireysel bazda analizi,
-
Bu unsurların
birbirlerine olan etkileri,
-
Eğitim materyallerinin
bunlara göre tasarımı gerçekleştirilmelidir.
HAKAN YILDIZ, Kasım 2013