Koku yeteneğimizi tamamen kaybettiğimizi gösteriyor
tüm emareler. Etrafa leş kokuları yayarak nefret tohumları ekenleri hürmetle
selamlıyor, çalanları, el etek yalayanları baş tacı ediyor, doğruyu söyleyene
ise yedi düveli dar ediyoruz. Haziran’da ölmek ne kadar zor ise, “adalet”
tutkunu gençleri bir araya gelip linç ederek kıyanlara kol kanat gerecek “bağzı”
müminleri bulmakta o derecede kolay işte. Vicdanlar böylesine sağır, kör ve de dilsiz.
Evet, koku yetimizi yitirdik kesinkes. Gogol’un kahramanı
Binbaşı Kovalev gibi bir anda yitirmesek de burunlarımızı, birer birer terk edildik. Milyonlarca “burun”, yağmalanmış şehirlerimizde topluca
gidiyorlar kendi ölümlerine, sahiplerini burunsuz ve kokusuz bırakarak. Ve bizler yalnızca kötü kokuları değil baş döndürücü, baştan çıkarıcı, o muhteşem kokuları da çekemiyoruz içimize. Böylece bir toplum azar azar kaybediyor koku yetisini: Zulümün, iyiye ve doğruya ihanetin,
ikiyüzlülüğün, kibirin ve husumetin ve son kertede güzellik ve estetiğin.
Burnu için tirad yazan Cyrano’nun tersine bizler, pis
kokular arasında "burun"suz belki de hiç olmadığımız kadar keyifli ve neşeliyiz. Cyrano’nun coşkuyla haykırdığı
gibi:
"fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar,
neyleyim cenab-ı hakk ihsan buyurmamışlar !"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder