İbret olsun diyerek Mamak Cezaevi’ndeki çığlıkları anlatırlardı.
İşkenceciler pencereden sallandırdıklarında mahpusları. 12 Eylül ertesinde,
cunta döneminde. Duvarların ötesinde neler olduğundan pek az insan haberdardı. Ya
da herkes bilirdi aslında.
İllegal olabilecek ne varsa alelacele her şeyi bahçenin
ortasına yığıp yakmıştık. İllegal olabilecek şeyler: Kitaplar ve kaçak iskambil
kağıtları. Sonrasında yavaş yavaş, sinsice içimize yerleşti korku. Hapishane,
işkence, bir sabah ansızın, sorgusuz sualsiz “alınma” ve dönememe korkusu. Ve
sustuk. Sustukça da çürüdük. Önce görür gözlerimiz görmez oldu. Hiç görmüşler
miydi ? Sonra ruhumuza kara bir perde indi. Hiç kalkmış mıydı ki ? Ölmeye
yatmıştı koca bir kuşak. Solcusuna, sağcısına, Türküne, Kürdüne, Çingenesine ,
sadece zulme başkaldırdığı için ömrü tüketilen, ışığı sonsuza dek söndürülenlerin
sesine sağır, acılarına kör…
Sonra umutsuz vaka dediğimiz kuşak çıktı meydana. Korkusuz,
işkence bilmez, anasından, öğretmeninden tek sille dahi yememiş. Höte-zöte mi boyun eğecek ?
Biz zombilerin çocukları bunlar.
Şaşırdık. Utandık. Sevindik.
ışık dolular
yaşam dolular
umut dolular…
ve bizi mezarımızdan çıkardılar !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder