Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

15 Aralık 2013 Pazar

Doktoralı Bay Pritchard

Hitler’in 1929’da “her yıl doğan bir milyon çocuktan en zayıf olan yedi yüz bininin yok edilmesi” emrini verdiği Nürnberg’de yargılanır Naziler talihin acı cilvesi olarak. 1945 Yazında Nazileri yargılayan mahkeme hakimi Nazi subayına sorar: Onca insanı nasıl öldürebildiniz ? Cevap verir Nazi subayı: Alanı hesapladık, kişi başı ne kadar zehirli gazın yeterli olacağını biliyorduk. Buna göre hesap zor olmadı.
Hamburg’taki Testa davasında ise, zehirli Zyklon-B gazını satan Dr. Bruno Tesch ve yetkili temsilcisi Karl Weinbacher “söz konusu gazın kullanım amacının tamamen farkında olarak” sattıkları gerekçesiyle, Hitler’in intiharından iki hafta sonra -16 Mayıs 1945’te, ölüm cezasına çarptırılırlar.    

Peter Weir’ın müthiş filmi “Ölü Ozanlar Derneği”ni yeniden izlediğimde insanı insan yapan değerlerin ne olduğu sorusu yeniden belirdi zihnimde. Her şeyi akılla açıklama aymazlığından kurtulamayan bizler, başkalarının acılarını da akılla izah ediyoruz sözde. Bu hastalıklı düşünce bizi birbirimizin canavarına dönüştüren.   Oysa ki edebiyat öğretmeni Bay Keating’in sözlerine kulak versek belki de bu kadar umursamazca bakamazdık başkalarının acılarına. Ne büyük bir çelişki: Akıl bizi yücelteceğine daha da aşağılık yapıyor.
Edebiyat öğretmenimiz Keating ne de güzel izah ediyor her şeyi:

Keating: Beyler kitaplarınızı açın, 21.sayfa. Bay Perry, şimdi bize şiiri anlamak isimli açılış paragrafını okur musunuz lütfen ?
Perry okumaya başlar: Şiiri anlamak. Yazan J.Evans Pritchard. Doktoralı. Şiiri anlamak için onun kafiyelerine ve metaforlarına alışkın olmalıyız. Sonra iki soru soracağız. Bir: Şiir amacına nasıl ulaşıyor ve iki o amacın önemi nedir ? Birinci soru şiirin mükemmelliğini, ikinci soru ise önemini belirler. Bu soruları yanıtladıktan sonra şiirin büyüklüğünü belirlemek çok basittir.
(Tam bu anda Bay Keating masasından ayağa kalkar ve X-Y koordinatlarında bir grafik çizmeye başlar)
Perry okumaya devam eder: Eğer şiirin mükemmelliği bir grafiğin yatay eksenine ve önemi düşey eksenine atfedip çizersek şiirin anlamını hesaplayarak ne kadar başarılı olduğunu ölçebiliriz ? Byron’ın bir dörtlüğü düşey eksende yüksek bir not alırken, yatayda vasat bir performans sergileyebilir. Bir Sheakspeare dörtlüğü hem yatay hem de düşeyde yüksek bir not alarak dev bir alan oluşturur ve şiirlerinin büyüklüğünü ortaya koyar. Bu kitabı okuduğunuz sürece bu metodu kullanın. Şiir değerlendirme yeteneğiniz arttıkça şiirden alacağınız zevk oranı da o kadar artacaktır.  (Perry okumayı bitirir.)
Keating: Saçmalık ! Ben Bay Pritchard’ı böyle değerlendiriyorum. Burada boru döşemiyoruz, şiirden söz ediyoruz. American Bender State’de değiliz, Byron’ı beğendim 42 veriyorum, ama dans etmeye uygun değil. Şimdi o sayfayı yırtmanızı istiyorum. Hadi, sayfayı tamamıyla yırtın. Beni duydunuz, yırtsanıza ! Hadi yırtın ! Sağolun Bay Dorthin! Sadece o sayfayı değil, bütün giriş bölümünü yırtın. Hepsi gitsin, hepsi, hiçbir iz kalmasın ! Yırtın onu, yırtın, kaybol doktoralı J.Evans Pritchard! Yırt, parçala ! Bay Pritchard hakkında sadece yırtma sesi duyacağım, onları sonra birbirine ekleyip tuvalet kağıdı yaparız ! Bu kutsal bir kitap değil, cehenneme gitmezsiniz ! 

12 Aralık 2013 Perşembe

Sixto Rodriguez ve Google ile Keşfedilmeyi Beklemek

Filozoflar bile kibir üzerine yazdıkları kitabın kapağına büyük harflerle isimlerini yazmazlar mı? Evet, takıntılı bir şekilde keşfedilmek isteriz. Zira böyle anlamlandırırız varoluşumuzu, bakın deriz gururla, boşuna gelmedim ki bu hayata ve boşuna tüketmedim ki günlerimi, saçlarım boşuna mı ağırdı sanıyordunuz...Ve reveransımızı çekeriz…

Ancak keşfedilemeyenler, buz dağının su altında kalan devasa kısmıdır…Balzac “Tılsımlı Deri” adlı romanında şöyle der: “Tavan arasına tıkılıp kalmış nice genç istidatlar, bir milyon kişinin bağrında, canı sıkılan bir kalabalığın karşısında, bir dosttan, avutacak bir kadından yoksun oldukları için solup gidiyor !”

Meksikalı şarkı ve söz yazarı Sixto Rodriuguez’in hayatını anlatan “Searching for Sugar Man” belgeselini seyrettiğimde aklıma düşen ilk düşünceler bunlar. Belki de Bob Dylan, Elvis Presley gibi döneminde sükse yapmış nicelerinin ötesinde bir kabiliyet olan bu Meksikalı’nın, 1971’de çıkarttığı müthiş albüm pazarlama hataları ve WASP ( Beyaz Anglo-Sakson ve Protestan) ana akım medyanın özellikle görmezden gelmesi ile yok sayılır Amerika’da. Bir Meksika yerlisinin, ırkçılığın izlerinin hala güçlü olduğu o dönem Amerikası’nda nasıl rol model olması beklenebilirdi ki? Afro-Amerikan Blues’un, Rock&Roll ile parlatılarak Elvis ile sahneye sürülmesi oysa ne de büyük bir ticari başarıdır !

Sturgeon Yasası (bilim kurgu yazarı olan Theodore Sturgeon’dan geliyor), “ her şeyin yüzde doksanı çer çöptür” der. Popüler kültürün “hit” olarak önümüze koyduğu şeylerdir genellikle bu %90. Sorun, bizi bir yerlerde-belki de bir tavan arasında, bekleyen %10’u yakalayabilmektir oysa ki.

Günümüzde manidar bir şekilde “Hazreti” lakabıyla anılan Google ve gelişmiş arama algoritmaları sayesinde, belki de Sixto gibi yeteneklerin tavan arasında solup gittiğine daha fazla şahit olmayacağız. Anlamsal (semantik) web sayesinde gerçekten zevkimize uyan derinlikte kitap, müzik, oyun tavsiyeleri verebilecek bize makineler. Her ne kadar Youtube bunu kısmen yapsa da, halihazırda sunulan tavsiyeler beklentilerin çok uzağında. Lila Downs müziğini seven bendeniz, sağ tarafta algoritmaların teklif ettiği önerilere şaşkınlıkla bakıyorum.  Makine diyorum, beni hiç tanımıyorsun ! Algoritmalarda daha gidilecek çok yol olduğu açık, ama yine de gelecek zengin vaatler sunuyor ! Sugar Man diyerek Google’da bir arama yaptığımda ilk sırada Rodriguez çıkıyor karşıma.


İroni şu:  Günümüzde var olabilmek için öncelikle sanal olarak var olmak gerekiyor !
Ve tabii ki, algoritma örümceklerinin seni arayıp bulması ! 
   
Google 1971’de olsaydı Sixto Rodriguez keşfedilmek için 40 yıl beklemek zorunda kalmazdı diye düşünmeden edemiyor insan ! Hem ona hem de bize yazık !

1 Aralık 2013 Pazar

Memento Mori: Gün gelecek sen de öleceksin !


Memento mori

Memento te hominem esse
Respice post te ! Hominem te esse memento !
Fani olduğunu hatırla
Sadece bir insan olduğunu hatırla
Arkana bak ! Sadece bir insansın, 
hatırla !

Kadim Roma’da, kazandığı zaferle gururlu ve muzaffer bir Roma generali, sokaklarda zafer turu atarken arkasındaki bir köle bu sözleri tekrar edermiş kulağına! Roma’lılar, tanrıya dönüşme sevdasındaki Caligula gibi Sezar’lardan çok çektiğinden, ego şişmesini bir şekilde önlemeye çalışmışlar anlaşılan. Bu konuda Roma’dan çok gerilerde olduğumuz ise aşikar ! Ama en azından Latince şunu eklemekte fayda var: Ma gavte la nata. Çok şiştin, tıpanı çıkar!
Makyavel iktidarın kirlenmişliğini “cennete değil cehenneme gitmek istiyorum ben. Cehennemde papalarla, krallarla, prenslerle takılabilirim. Diğerinde sadece dilenciler, keşişler ve havariler var”diyerek ne de güzel imler.
Hz.Eyüp, her gün ölümünü düşün der açıkça, Maverdi ise “ Seyyar Kabir” metaforunu kullanır “fani”liğimizi vurgulamak için...Ama ne söylenirse söylensin ego şiştikçe şişer ! Meksikalı devrimci Pancho Villa’nın sözleri tarihe şaşkınlıkla not düşülür! 1923’te tam ölmek üzereyken bir gazeteciye “böyle bitmesine izin verme” diye yakarır, “benim bir şeyler söylediğimi söyle !” Ya Polis tarafından öldürülen Amerikalı devrimci James Mclain'in son sözlerine ne demeli: "Flaşlar patlasın ! Çünkü biz jönleriz !"
Madalyonun diğer yüzü de var. Bilge Sokrates’in baldıran zehrini içerken söyledikleri Pancho Villa’nın söyledikleri ile öylesine zıttır ki : “Asklepius’a bir horoz borcum var.” Müthiş final !
Ve büyük bilim insanı Newton şöyle der olanca mütevaziliği ve gerçekçiliğiyle : “Dünya, beni nasıl görüyor bilemeyeceğim, ama ben kendimi deniz kıyısında oynayan bir çocuk olarak görebiliyorum, ancak- hakikatin okyanusu, bütün o keşfedilmemiş enginliğiyle önünde uzanırken, arada bir yüzeyi diğerlerinden daha pürüzsüz bir çakıltaşı yahut sıradan deniz kabuklarından daha gösterişli bir kabuk buldum diye sevinen bir çocuk !”

Evet, ölüm tüm eşsizliğine karşın şair İsmet Özel'in kelimeleriyle "gündelik sözlerimiz içinde geçecek kaba"dır. 

Yerçekimi (Gravity) filminde, bir kaza silsilesi sonucu tüm arkadaşları ölen ve merkez istasyon Houston'la bağlantısı kesilerek uzayda bir mekiğin içinde yapayalnız öleceğini düşünen astranot (Sandra Bullock) şöyle fısıldar, radyo frekansı ile rastgele sesini yakaladığı ve ondan habersiz Aninganq'a: "Öleceğim Aninganq. Biliyorum hepimiz öleceğiz. Herkes bunu biliyor. Ama ben bugün öleceğim ! Bunu bilmek tuhaf bir duygu. Mesele şu ki, hala korkuyorum. Çok korkuyorum. Kimse benim için yas tutmayacak. Kimse ruhuma dua etmeyecek. Benim için yas tutar mısınız ? Benim için dua eder misiniz ? Belki de artık geç olmuştur. Kendim için dua edeceğim, fakat kimse bana dua etmeyi öğretmedi. Kimse öğretmedi !"    


Mutlak olarak yalnızız ve er ya da geç bir gün öleceğiz ! 
Sokrates, Newton veya bir başkası...Ölümün önünde eşitiz.  
Ve iyi ki de öyle...!

Sevgiler, saygılar ve hürmetler sana !

Memento Mori !

30 Kasım 2013 Cumartesi

Fetva ve Vicdan

Siyasetin dindar ve kindar dilinden günlük nasibini almanın kirlenmiş yükü var üzerimizde. Gündelik salya sümük bağırışlar arasında, akl-ı selim sığınacak bir delik dahi bulamıyor, hoyratlıkla sindiriliyor. Kaçmak en kolayı belki de. Ama unutmak ! Doris Lesssing’in “başlangıçta yazarlığı düşünmedim, sadece nasıl kaçacağımı planlıyordum, hem de her zaman…” cümlesini okuduğumda içim duygudaşlıkla acıyor. Zira Kavafis’ten biliyorum bir kaçış olmadığını…Yalnızlık sürekli kendi etrafında  dönen bir kale gibi…Girmesini istediklerimizin umarsızca etrafında döndükleri ama bir türlü girmeyi beceremedikleri bir kale…Burçlardan acı acı bakıyoruz, keşke Rapunzel kadar şanslı olabilsek de saçlarımızı uzatabilsek...

Şeyhülislam Ebu Suud Efendi’nin 500 yıl öncesinden verdiği şu fetva geliyor aklıma, Hrant’ı, Gezi Direnişi’nde öldürülen gençleri ve daha nicelerini düşündüğümde: Bir kasaba yakınında biri öldürülse ve katili de bulunmasa diyetini kim ödeyecek? Bütün kasaba mı, yoksa cinayet yerine öldürülenin çığlıklarını işitebilecek kadar yakın evlerde oturanlar mı? Cevap: Ölünün çığlığını işitebilecek yakınlıkta oturanlar!
Oysa ki günümüzde televizyonlarımızın ya da bilgisayarlarımızın başında sıcak çaylarımızı yahut içkilerimizi yudumlayarak canlı infaz seyreder hale gelen bizler, ruhumuza fiyaka attırıyoruz Vasfiye teyze misali “Yazzııkk”larla !

Rabelais’in donmuş sözcükler diyarı adeta bu ülke. Ve tüm canlı renklerin, yaşam dolu seslerin, parıltılı fikirlerin taşlandığı. 

Fetva bugün hepimizi içine alıyor, diyet borcumuz var, zira çığlıklar odamızın içinde yankılanıyor ! 

20 Kasım 2013 Çarşamba

Shrek ve Kötülüğün Bilinçaltına Pazarlanması

Makalenin tamamını okumak için: 
http://www.slideshare.net/CELALC/hakan-yildiz-canlandirmafilmleriileideolojiaktarimi


2001 yılı Dreamworks yapımı canlandırma filmi ile tanıdığımız Shrek, aslında 1990 yılında basılmış bir resimli kitabın kahramanı, sinemanın edebi eser uyarlamalarından birisidir. Kitabın yazarı William Steig, Sosyalist ve Avusturya’dan göçmen bir Polonya Yahudisidir. 1930’da The New Yorker’da çizerlik yapan Steig, çocuk kitapları yazmaya 61 yaşında başlamış ve bu yaştan sonra çocuklar için tam 31 kitap yazmıştır. Shrek, Almanca genel korkulardan farklı olarak ani durumlarda “dehşete kapılmak” anlamı içeren “Schrecken (korkmak)” fiilinden türetilmiştir. Steig korkularımızın altında yatan bilgisizliği bu isim ile ironik bir şekilde eleştirir. 1953 yılı bir Disney yapımı olan Peter Pan’ın Cannes’a davetinden yıllar sonra, Shrek'in de Cannes Film Festivali’ne yarışmacı olarak davet edilmesi filmin başarısı göstermektedir. Ancak, filmin asıl başarısı, borazan kulaklı, kaba, böcek yiyici bir anti-kahramanı, klasik peri masallarını ve ikonlarını ters yüz ederek insanlara sevdirmesidir. Shrek başlangıçta alışılagelmiş tüm hikaye kahramanlarından daha iticidir. Ancak filmde de ima edildiği üzere “devler soğan gibidir”, kat kat ve anlam bu katmanların altında gizlenmiştir. Film çocuklar için ayrı, yetişkinler için ayrı bir “aile eğlencesi”dir.

Film, tüm olumlu ve insacıl yönlerine karşılık etik olmayan birçok unsur içerir. Disney karakterlerini yerden yere vuran Shrek, Disney filmlerinin “öteki”leştirici dilini aynen devam ettirir. Bir Polanya Yahudisi ve üstelik sosyalist olan Steig’ın kitapta aslında vermediği mesajlar, filmde özellikle Protestan Amerika’lıların hoşuna gidecek şekilde verilmektedir. Shrek filminde kitaptan farklı olarak İslam dininin ve Hıristiyan Katolik kilisesinin kötülük ve çirkinlikle ilişkilendirilmesi, filmin açık bir bilinçaltı pazarlama tekniği kullandığı izlenimini vermektedir.

Görsel örneklerle açıklayayım:

SAHNE-1: Shrek’in başlangıç sahnesinde, "üç küçük domuz" kapısında çok belirgin bir şekilde İslam dininin simgesi olan “hilal” şeklinde kesilmiş tuvaletin kapısını çarparak tuvalete koşar.

SAHNE-2: Tuvalette klasik peri masalı hikayesi okuyan Shrek, sayfayı yırtar, yırttığı sayfa ile poposunu siler ve yine üzerinde hilal şekli bulunan tuvaletin kapısını çok belrigin bir şekilde çarpar. Yırtılan klasik peri masalı üzerinden Disney’e, tuvaletin kapısındaki hilal’den de İslamiyete yönelik saldırı algılanır. İslam dinine inanan dikkatli yetişkin izleyicilerin gözünden kaçmasının neredeyse olanaksız olduğu bu sahne, bilinçaltına verilen mesajları ile rahatsızlık vericidir.Özellikle de bunun farkına varamayarak sembolü olumsuzlukla ilişkilendiren çocuklar için. 

SAHNE-3: Fiona ile Lord Farquad’ın kuvvetle muhtemel bir Katolik kilisesindeki düğününde Ejderha’nın kilisenin tepesini yıkarak içeri girmesi ve Monarşi’nin sembolü olan Lord Farquad’ı yutması, Fiona’nın ise Kilisenin kırılmadan kalan tek camını öfkeyle kırması yetişkin izleyicilere Katolik kilisesini olumsuzlayan mesajlar gönderir. Burada kilise rahibi ve törene katılan insanlarla ilgili aşağılayıcı mesajlar da verilmektedir.

    
Görünürde Katolik ve İslam karşıtı olmasına karşın, Shrek’te “pozitif” dini göndermeler de vardır. Disney’in sıklıkla yaptığı gibi, Kilise’nin tepkilerinden kaçabilmek için, filmin sonunda da olsa inançla ilgili “olumlu” mesaj verilmektedir. Eşek, muhtemelen “dinsiz bir dindarlığı” olumlayarak diğer masal kahramanları ile Shrek’in bataklığında “İnanıyorum” (I believe) şarkısı eşliğinde dans eder.

Cadıların, konuşan eşeklerin, domuzların vb. masal kahramanlarının tutuklanması, yargılanması, işkence yapılması ise bize ortaçağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi gözetiminde ve yönlendirmesinde, Fransa, İsviçre ve Almanya merkezinde tüm Avrupa’da 19.Yüzyıla kadar süren ve binlerce masum kadının öldürülmesiyle sonuçlanan “cadı avı”na bir göndermedir.  




Yüzyılın başından itibaren bilgisayar destekli canlandırma sineması çok büyük ilerlemeler kaydetmiş, teknik ve ticari olarak başarılı projeler gerçekleştirilmiştir. Çizgi film olarak adlandırılan geleneksel canlandırma filmleri gibi bilgisayar destekli canlandırma sineması da klasik masal formlarından, orijinal edebi eserlerinden faydalanmaya devam etmektedir.
  
Egemen sınıf ideolojisinin güzellik, toplumsal adalet, eşitlik, din, ırk, dil gibi değerleri kültür ve iletişim DİA’ları tarafından çocuk ve yetişkinlere “aile eğlencesi” altında gelişen teknoloji ve pazarlama teknikleri ile bireylere aktarılmaktadır. Bu alanda belirgin bir üstünlüğe sahip olan Disney Pictures, ideoloji aktarımını klasik masal anlatı formları içinde sınıf ayrımlarının üstünü örterek ve olumlayarak, güzellik, kahramanlık gibi nitelikleri belirli prototiplere yükleyerek, dille farklı kimlikleri “öteki”leştirip olumsuzlayarak, ayrıca müzik, din ve sembolleri “olumlu” ya da “olumsuz” bilinçaltına işleyerek yapmaktadır.

Bunlara karşılık 2001 yılı Dreamworks yapımı Shrek, Disney’in klasik anlatı formuna karşı bir “karşı masal” oluşturduğunu iddia etse de, dille ötekileştirme gibi neredeyse prototip oluşturmada standartlaşmış yöntemleri kullanarak ideoloji aktarmada “Disneyvari” yöntemleri devam ettirmiştir. 
  
“Kültür endüstrisi”nin ürettiği ürünlerin bir ideoloji aktarma işlevi olduğunun ve bu ideolojiyi aktarırken açık ve gizli mesajlar verdiğinin farkında olabilmek çocuklar açısından olduğu kadar yetişkinler içinde zordur. Bu tip istismarların kısmen önüne geçebilmek amacıyla günümüzde kimi ülkelerde film okuryazarlığı ya da ülkemizde olduğu gibi medya okuryazarlığı okul müfredatlarına konulmak suretiyle farkındalık yaratılmaya çalışılmaktadır.

Özgür karar alma becerilerine sahip, eleştirel düşünen, yaratıcı bireyler yetiştirebilmek bu farkındalığın geliştirilebilmesiyle ilişkilidir. Bilgi şüphesiz değerlidir, ancak hayal kurmak belki de ondan daha da değerlidir ve yalnızca özgür olan bireyler ve toplumlar kendi hayalleri ile gerçeklerini yaratabilirler.


KAYNAKÇA:
Adorno, Theodor W. (2003). Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken. Çev.Bülent O. Doğan. İstanbul: Cogito. 36.
Akın, Haydar (2001). Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı. Ankara: Dost Kitabevi.
Althusser, Luis (1994). İdeoloji ve Devletin İdeoloji Aygıtları. Çev..Yusuf Alp, Mahmut Özışık. İstanbul: İletişim.

Aydın, Oya Şakı (2010). Canlandırma Sinemasında Tür Sorunu. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 9(17)
Best, Joel ve Lowney, S.Kathleen (2009). The Disadvantage of a Good Reputation. Disney as a Target for Social Problems Claims. The sociological quarterely. 50. 431-449.

Blue, Adrianne (2000). Öpüşme: Metafizikten Erotiğe. Çev..İrem Sağlamer. İstanbul: Ayrıntı.

Bok, Sissela (2011). Mutluluğu Keşfetmek: Aristotales’ten Beyin Bilimine. Çev.. Pınar Savaş. İstanbul:Butik.

Caldwell, Thomas. (2011). The Art and Ideology of Walt Disney. http://blog.cinemaautopsy.com/2012/03/25/the-art-and-ideology-of-walt-disney/. 24.11.2013.

Cohen, F. Carl (2004). Forbidden Animation: Cencored Cartoons and Blacklisted Animators in America.McFarland Company Inc. 5

Dawkins, Richard (2008). Bir şeytanın papazı. Çev...Tunç Tuncay Bilgin. İstanbul:Kuzey.
                       
Dorfman, Ariel ve Mattelart, Armand (1971). Emperyalist Kültür Sanayi ve Walt Disney. Çev..Atilla Aksoy. İstanbul:Gözlem.
Dreamworks (2001). Shrek. Dreamworks LLC.
Dursun, Onur (2012). Medyada (Basın) eğlenceyle sunulan ideoloji: Anadolu’da vakit gazetesi’nin bulmacası üzerine bir analiz. İletişim Fakültesi Dergisi. http://www.iudergi.com/tr/index.php/iletisim/article/viewFile/7911/7369. 26.04.2012.
Dubrow, Julia R. ve Calvin L. Gidney (1988). The Good, the Bad, and the Foreign: the Use of Dialect in Children’s Animated Television. The Annals of the American Academy of Political and Social Science. 105–120.

Dundes, Lauren ve Dundes, Alain (2006). Young Hero Simba Defeats Old Villain Scar: Oidepus Wrecks the Lyin’ King. The social science journal.(43).479-485

Erdoğan, İrfan ve Alemdar, Korkmaz (1990). İletişim ve Toplum. Ankara: Bilgi.

İsmayilov, Ebru Karadoğan ve Sunal, Gözde ( 2012). Gözetlenen ve Gözetleyen Bir Toplumda, Beden ve Mahremiyet İlişkisi: Facebook Örneği. Akdeniz İletişim Dergisi. (18). 27.

Kale, Özlem (2010). Edebiyat sinema ilişkisi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. 3(14): 271.

Kazancı, Metin (2012). “Althusser, İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Soz Söz.” http://ilef.ankara.edu.tr/id/gorsel/dosya/1164634976althusserideoloji.pdf. 26.04.2012.   

Kevin Day, Patrick (2010). Hollywood Star Walk. http://projects.latimes.com/hollywood/star-walk/shrek/ . 25.11.2013.

Lester, A.Neal (2010). Disney’s the Princess and the Frog: the Pride, the Pressure and the Politics of Being a First. The Journal of American Culture. 33(4). 294-308.

Lippi-Green, Rosina (1997). Teaching Children How to Discriminate: What We Learn From the Big Bad Wolf. http://www.stanford.edu/~eckert/PDF/lippigreen1997.pdf. 12.05.2012.

Martha, Bayles  (2008). The Return of Cultural Diplomacy. http://www.highbeam.com/doc/1G1-191769371.html 26.11.2013
Parry, Becky (2009). Reading and Rereading “Shrek”. English in Education. 43(2). 152

Postman, Neil (2010). Televizyon öldüren eğlence:Gösteri çağında kamusal söylem. Çev..Osman Akınhay. İstanbul:Ayrıntı.
Puig, Claudia (2001). Shrek! author exclaims his approval of film. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-30-shrek.htm.   25.11.2013

Roseanu, Pauline Marie (2004). Postmodernizm ve toplum bilimleri. Çev..Tuncay Birkan. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Seiler, Andy. (2001). Shrek treks through fairyland. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-15-shrek.htm. 27.04.2012.

Shrek (2001). Dreamworks.

Shrek (2013). Skrek (Characters). http://en.wikipedia.org/wiki/Shrek_(character). 25.11.201.

Schweffi, Dana (2009). Do Disney movies promote anti-Semitism and racism. http://www.haaretz.com/news/do-disney-movies-promote-anti-semitism-and-racism-1.282097.  26.11.2013

Sezer, Melek Özlem (2011). Masallar ve toplumsal cinsiyet. İstanbul: Evrensel Basım.

Sontag, Susan (2005). Baş kalarının Acısına Bakmak. Çev..Osman Akınhay. İstanbul:Agora.
Tangled (2010). Walt Disney Pictures.

Wloszczyna, Susan (2001).  Pigs, dwarfs and Pinocchio, but no Goldilocks. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-18-shrek-more-characters.htm. 27.04.2012.


“AFI's 10 Top 10” (2012).  http://en.wikipedia.org/wiki/AFI%27s_10_Top_10.  23.05.2012.
“Disney strikes deal with DreamWorks” (2009).
 “Who Owns the Media?” (2012). http://www.freepress.net/ownership/chart#charts_cable-telecommunications. 09.05.2012.

19 Kasım 2013 Salı

Walt Disney ve Dünyanın En Mutlu Yeri !

Yirminci yüzyılın en etkili kişilerinden olan Walt Disney, kurduğu şirket ile popüler kültürde bir hegemonya kurmuştur. Yapımına 1934 yılında başladığı ve 1937 yılında tamamladığı ilk uzun metrajlı canlandırma filmi Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler filmiyle başlayan serüveninde Disney, özellikle Avrupa klasik peri masallarını çocuk ve yetişkinlerden oluşan izlerkitlesine “görünürde” cinsellik, şiddet, ırkçılık vb. içerikten arındırarak ve “yeniden yorumlayarak” sunmuş ve bu şekilde “itibar” kazanmıştır. Disney’in eleştirilerin merkezinde olmasının nedeni, orijinal kaynakların yeniden yorumlanması değil, Disney filmlerinin “aile eğlencesi” görünümünde başat ideolojiyi empoze etmesidir. Walt Disney’in HUAC (The House of Un-American Acitivities Committee-Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi) ve MPAPAI (The Motion Picture Alliance for the Preservation of American Ideals-Amerikan Değerlerini Koruma Sinema Birliği) üyeliği, Disney’in temelde muhafazakar ve Amerikan ideallerine bağlı şiddetli bir anti-komünist inanca sahip olduğunun da bir işaretidir. Disney, sınıf mücadelesini reddederek neredeyse tüm ürünlerinde doğuştan kazanılan hakları ve monarşik düzenleri olumlar. Aşağı sınıftan olanlar genelde olumsuz stereotiplerle gösterilir ve bu tipler mevcut statükolarını sorgulamaz ve hatta olumlarlar. 1934’ten, sansür sisteminin kaldırılarak yeni bir puanlama sisteminin getirildiği 1968 yılına değin birçok animatör ve şirket, komünist/solcu “şaibeli” geçmişleri nedeniyle baskı altına alınırken, Disney, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında, gerekse savaş dönemi ve sonrasında Amerikan Hükümeti tarafından sipariş edilen propoganda filmleri ile gerekse İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan “bebek patlaması” ile alım gücü yüksek bir izleyici kitlesine erişme şansı bulmuş ve bu dönemde çok hızlı bir büyüme gerçekleştirmiştir. Disney, kitlelere erişmede temel olarak üç merkezli bir strateji izlemiştir. Disney’i bu stratejiyi izlemeye iten nedenlerden biri 1941 yılında stüdyo çalışanlarının grevidir. Bu grev nedeniyle zor anlar yaşayan Walt Disney, temelde yeni bir gelir kaynağı yaratarak risklerini azaltmak için Disneyland projesini oluşturmuştur. “Grevlerin ardından Disney’den ayrılan bir grup UPA (United Productions of America)’yı kurar ve bu yaratıcı ekibin kurduğu oluşum kısa sürede canlandırma sinemasına yeni soluk getirir”. 

Yıllar sonra benzer şekilde Disney’in CEO’su olan Katzenberg’in şirketten ayrılarak Dreamworks şirketine geçmesi ve Shrek gibi canlandırma sinema tarihinin en başarılı filmlerinden birini yaratarak şirketi Disney’in en ciddi rakibi haline getirmesi de dikkate değerdir. Doğrudan ya da içinden kopmalarla canlandırma film endüstrisini yönlendiren Disney, öncelikle aileleri çekecek, hırsız ve dolandırıcılardan arındırılmış, “steril” bir eğlence parkı olan Disneyland’ı yaratmıştır. Öte yandan televizyonda Micky Mouse Club gibi özel yapımlarla okul sonrasında çocukları hedeflemiş ve ailelere yönelik doğa ve aksiyon filmleri üretmiştir. Filmlerinde ve televizyonda Disneyland’ı pazarlamış, Disneyland’da hem televizyonu ve sinemayı destekleyen bir pazarlama stratejisi izlemiş, adeta insanların hayal dünyaları televizyon, sinema ve “eğlence” parkı üçgeninde  tahakküm altına alınmıştır. Disneyland, televizyon ve sinemanın yarattığı sanal gerçekliği simülasyonla bir “hiper gerçek”liğe dönüştürür. Disneyland’ın dünyasında çocuklar ve zamanında Disney ürünlerine çocukluklarından aşina yetişkinler Miki Fare’ye dokunabilir, Donald Duck ile sohbet edebilir, o büyülü masal dünyasının içinde gerçekten bile daha gerçek bir masalı yaşayabilirler. 1950 yılına değin geniş bir canlandırma film koleksiyonuna sahip olan Disney, bu tarihte ana stratejisini belirlemiştir. Disney canlandırma filmlerini ortalama her yedi yıllık dönemde yeniden piyasaya sürerek, yaşları 3 ile 10 arasında olan her çocuğun Disney kahramanlarıyla aşinalığını garanti altına almış ve böylelikle Miki Fare 1948 ve Vak Vak Amca’da 1958 yılından beri üretilmediği halde tüm çocuk ve yetişkinler onları seyretme “şansı”nı bulmaktadır. Öyle ki bugün gözlerimizi kapattığımızda 7’den 70’e hepimizin bilinçaltına işlenmiş Cinderella imajının, değiştirilemez şekilde aslında Disney tasarımı “tamamıyla Amerikan beyaz kız” arketipi olduğu görülür.

Günümüzde Walt Disney Pictures, medyada A.B.D.’nin en büyük ikinci büyük holdingi olup ABC televizyon şirketlerini, ESPN, Disney Channel, SOAPnet, gibi kablo kanallarını, 277 radyo istasyonunu, müzik şirketi ve kitap yayınevini, Touchstone, Miramax, Walt Disney Pictures film şirketlerini, Pixar Animation Studio, Marvel Entertainment gibi A.B.D.’nin ve genellikle dünyanın en büyük eğlence şirketlerinin de sahibidir. 

Amerikan Film Enstitüsü tarafından yapılan tüm zamanların en iyi 10 canlandırma filmi arasında ise Disney dışında yalnızca Dreamworks yapımı Shrek yer alır (AFI's 10 Top 10, 2012). Shrek’in kahramanlarını “ti”ye aldığı kahramanlarla aynı listede olması ironiktir.  


1986-2005 yılları arasında A.B.D.’nin film ve video ürünleri ihracaatının 1,91 Milyar Dolardan 10,4 Milyar Dolara (%444)  yükseldiği, eğlence sektörünün son yıllarda nasıl bir büyüme eğiliminde olduğunu ve ekonomik boyutunu göstermek açısından önemlidir.

Yirminci yüzyılda klasik masalları hakim ideoloji ile harmanlayıp başarıyla pazarlayan Disney, yeni yüzyılda bilgisayar destekli canlandırma film üreticisi olan Pixar’ı satın alarak etkisini bu alanda sürdürme hedefinin devam ettiğini göstermektedir.

Kaynakça
Adorno, Theodor W. (2003). Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken. Çev.Bülent O. Doğan. İstanbul: Cogito. 36.
Akın, Haydar (2001). Ortaçağ Avrupa’sında Cadılar ve Cadı Avı. Ankara: Dost Kitabevi.
Althusser, Luis (1994). İdeoloji ve Devletin İdeoloji Aygıtları. Çev..Yusuf Alp, Mahmut Özışık. İstanbul: İletişim.

Aydın, Oya Şakı (2010). Canlandırma Sinemasında Tür Sorunu. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 9(17)
Best, Joel ve Lowney, S.Kathleen (2009). The Disadvantage of a Good Reputation. Disney as a Target for Social Problems Claims. The sociological quarterely. 50. 431-449.

Blue, Adrianne (2000). Öpüşme: Metafizikten Erotiğe. Çev..İrem Sağlamer. İstanbul: Ayrıntı.

Bok, Sissela (2011). Mutluluğu Keşfetmek: Aristotales’ten Beyin Bilimine. Çev.. Pınar Savaş. İstanbul:Butik.

Caldwell, Thomas. (2011). The Art and Ideology of Walt Disney. http://blog.cinemaautopsy.com/2012/03/25/the-art-and-ideology-of-walt-disney/. 24.11.2013.

Cohen, F. Carl (2004). Forbidden Animation: Cencored Cartoons and Blacklisted Animators in America.McFarland Company Inc. 5

Dawkins, Richard (2008). Bir şeytanın papazı. Çev...Tunç Tuncay Bilgin. İstanbul:Kuzey.
                       
Dorfman, Ariel ve Mattelart, Armand (1971). Emperyalist Kültür Sanayi ve Walt Disney. Çev..Atilla Aksoy. İstanbul:Gözlem.
Dreamworks (2001). Shrek. Dreamworks LLC.
Dursun, Onur (2012). Medyada (Basın) eğlenceyle sunulan ideoloji: Anadolu’da vakit gazetesi’nin bulmacası üzerine bir analiz. İletişim Fakültesi Dergisi. http://www.iudergi.com/tr/index.php/iletisim/article/viewFile/7911/7369. 26.04.2012.
Dubrow, Julia R. ve Calvin L. Gidney (1988). The Good, the Bad, and the Foreign: the Use of Dialect in Children’s Animated Television. The Annals of the American Academy of Political and Social Science. 105–120.
Dundes, Lauren ve Dundes, Alain (2006). Young Hero Simba Defeats Old Villain Scar: Oidepus Wrecks the Lyin’ King. The social science journal.(43).479-485
Erdoğan, İrfan ve Alemdar, Korkmaz (1990). İletişim ve Toplum. Ankara: Bilgi.
İsmayilov, Ebru Karadoğan ve Sunal, Gözde ( 2012). Gözetlenen ve Gözetleyen Bir Toplumda, Beden ve Mahremiyet İlişkisi: Facebook Örneği. Akdeniz İletişim Dergisi. (18). 27.
Kale, Özlem (2010). Edebiyat sinema ilişkisi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. 3(14): 271.
Kazancı, Metin (2012). “Althusser, İdeoloji ve İdeoloji ile İlgili Soz Söz.” http://ilef.ankara.edu.tr/id/gorsel/dosya/1164634976althusserideoloji.pdf. 26.04.2012.   
Kevin Day, Patrick (2010). Hollywood Star Walk. http://projects.latimes.com/hollywood/star-walk/shrek/ . 25.11.2013.
Lester, A.Neal (2010). Disney’s the Princess and the Frog: the Pride, the Pressure and the Politics of Being a First. The Journal of American Culture. 33(4). 294-308.
Lippi-Green, Rosina (1997). Teaching Children How to Discriminate: What We Learn From the Big Bad Wolf. http://www.stanford.edu/~eckert/PDF/lippigreen1997.pdf. 12.05.2012.
Martha, Bayles  (2008). The Return of Cultural Diplomacy. http://www.highbeam.com/doc/1G1-191769371.html 26.11.2013
Parry, Becky (2009). Reading and Rereading “Shrek”. English in Education. 43(2). 152
Postman, Neil (2010). Televizyon öldüren eğlence:Gösteri çağında kamusal söylem. Çev..Osman Akınhay. İstanbul:Ayrıntı.
Puig, Claudia (2001). Shrek! author exclaims his approval of film. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-30-shrek.htm.   25.11.2013
Roseanu, Pauline Marie (2004). Postmodernizm ve toplum bilimleri. Çev..Tuncay Birkan. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Seiler, Andy. (2001). Shrek treks through fairyland. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-15-shrek.htm. 27.04.2012.
Shrek (2001). Dreamworks.
Shrek (2013). Skrek (Characters). http://en.wikipedia.org/wiki/Shrek_(character). 25.11.201.
Schweffi, Dana (2009). Do Disney movies promote anti-Semitism and racism. http://www.haaretz.com/news/do-disney-movies-promote-anti-semitism-and-racism-1.282097.  26.11.2013
Sezer, Melek Özlem (2011). Masallar ve toplumsal cinsiyet. İstanbul: Evrensel Basım.
Sontag, Susan (2005). Baş kalarının Acısına Bakmak. Çev..Osman Akınhay. İstanbul:Agora.
Tangled (2010). Walt Disney Pictures.

Wloszczyna, Susan (2001).  Pigs, dwarfs and Pinocchio, but no Goldilocks. http://www.usatoday.com/life/enter/movies/2001-05-18-shrek-more-characters.htm. 27.04.2012.


“AFI's 10 Top 10” (2012).  http://en.wikipedia.org/wiki/AFI%27s_10_Top_10.  23.05.2012.
“Disney strikes deal with DreamWorks” (2009).
 “Who Owns the Media?” (2012). http://www.freepress.net/ownership/chart#charts_cable-telecommunications. 09.05.2012.

17 Kasım 2013 Pazar

Anlamlandırma ve Dershanelerin Dayanılmaz Hafifliği

Son günlerde alevlenen dershane tartışmasının siyasi mahiyeti ve eğitim sistemini düzeltmeye yönelik olmadığı çok açık. Meselenin bir “güç” mücadelesi olduğunu da biliyoruz. Eğitimdeki asıl sorunun “anlamlandırma” sorunu olduğunu ise maalesef pek azımız görüyor. Öğretmenlerin ve öğrencilerin anlamlandırma sorunu !
Nedir anlamlandırma? Öğretmen ve öğrenciler arasında “gap” yani fark nasıl oluşur? Bu “gap” nasıl giderilebilir? Bu hususları anlamadan ve çözüm üretmeden dershaneleri kaldıralım/ kaldırmayalım tartışması çok güdük kalıyor. 
Tartışmaya farklı bir açıdan yaklaşmak ve dilimizi bilimin diliyle keskinleştirmek kaçınılmaz. Doğrudan konuya girelim o halde, göstergebilimle !   
Göstergebilim, iletişim süreci ve etkinliği konusunu bir yana bırakıp iletişimde “anlam” sorunuyla ilgilenir ve göstergebilim modelleri “yapısal” modeller olup anlam yaratmada iletişimdeki öğeler arasındaki ilişkileri işaret eder. Dervin tarafından, fenomenoloji ve göstergebilim (semioloji) alanlarının etkisinde geliştirilen anlamlandırma (sense-making) metaforu, özellikle 1980’li yıllardan itibaren bilgi arama davranışları konusunda en etkili metodolojilerden birisi olmuştur.       
Dervin’in anlamlandırma metaforunda önemli bir yer tutan “yapı” (structure) kavramı, temelde bilişsel düşünceyi bir yansıtma olarak değil, bir yapım (construct) ve üretim hareketi olarak görmektedir. Bir eylem olarak bilgi, bireyin uzay-zaman boylamında “an”daki hareketiyle tasarımlanır. Bizim eğitim sistemimizde yıllardır anlayamadığımız bir husustur bu.
Anlamlandırma metodolojisinin amacı, iletişim için sistemlerin ve pratiğin daha iyi bir tasarımını mümkün kılmaktır. İletişimin yalnızca insanlar arasında olmadığı,  insanlarla diğer canlılar/makineler/nesneler arasında veya tüm bunların birbirleri arasında da olabildiğide ayrıca dikkate alınmalıdır. Alıcı aynı zaman da bir verici de olabilir veya aynı anda bir alıcı-vericidir. Her durumda iletişim, uzay-zaman içinde ve çift yönlü olarak inşa edilir.

Şekil-1: Çift yönlü iletişim modeli
Anlamlandırma metodolojisinin amacına uygun olarak ve anlamlandırma metaforu üzerinden, eğitmen (öğreten) ve öğrenci (öğrenen) arasındaki iletişim analiz edilebilir, böylelikle daha etkin bir iletişim için nasıl bir sistem ve pratiğin olması gerektiği anlaşılabilir. İletişimdeki her iki kaynağın da birer alıcı-verici olduğu bir sistem Dervin’in Anlamlandırma Metaforunun yeniden yorumlanması ile aşağıdaki gibi kurgulanabilir:
   
Şekil-2: Dervin’in Anlamlandırma Metaforundan Uyarlama
Bilgi arama davranışının temel amacı anlamlandırma suretiyle bilgi üretmektir. Bunun için ilk koşul gereksinimin farkına varılmasıdır ki bunu “durumsal farkındalık” olarak ifade edebiliriz. Endsley’e göre; durumsal farkındalık, çevredeki bileşenlerin uzay-zaman bağlamında algılanması, anlamlarının kavranması ve yakın gelecekteki durumlarını öngörme olarak tanımlanmaktadır. Durumsal farkındalık, basitçe içimizde ve/veya çevremizde ne olup bittiğini bilme durumu olarak da tanımlanabilir. Her bir eylemin anlamlandırma ile sonuçlanmadığı ve bireylerin sıklıkla “anlamlandıramama” sorunuyla karşılaştıkları günlük yaşantımızda bilinen bir olgudur.
Yukarıdaki şekilde sol tarafta eğitmenin, sağ tarafta ise bir öğrencinin olduğu bir iletişim ortamı kurguladım. Bu düzende, sol tarafta bulunan eğitmen bir anlamlandırma sürecine girmiş ve sağdaki öğrenciye yönelik bir “köprü” oluşturmuşken, öğrenci herhangi bir nedenle “anlamlandırma sorunu” yaşamaktadır.       
Hem eğitmen hem de öğrenci, uzay-zaman içinde birer bilgi alıcı-vericisidir. Her ikisinin de benimsedikleri öğrenme stili/leri bulunmaktadır ve her ikisi de çoklu zeka kuramına göre bir ya da birden fazla zeka türüne sahip olabilmektedir. Bu örnekte eğiticinin, konuyu gerektiği şekilde aktardığını ancak öğrencinin ise konuyu anlamlandırmakta ve/veya sorununu aktarmakta başarılı olamadığını varsayalım. Gerek eğitmen gerekse öğrenci, şayet kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık” içerisinde değillerse, soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. İletişimdeki sorunun kaynağını analiz edebilmek için eğitmen ve öğrenci, kendilerine bazı temel soruları sormak durumundadır. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı, her ikisinin farklı zeka türlerine sahip olmaları ve bunun durumsal farkındalığında olmamalarıdır çoğunlukla.     
Bu kez yukarıdaki metaforda gösterilen eğitmenin dilsel zekaya sahip ancak sosyal zekaya sahip olmayan bir eğitmen olduğunu, karşısındaki öğrencinin de sosyal zekaya sahip bir öğrenci olduğunu düşünelim. Bu durumda eğitmen öğrencinin konuyu “anlamlandıramama”sını olumsuz, dolayısıyla öğrenciyi başarısız olarak değerlendirebilecektir. Benzer şekilde öğrenci de eğitmen ile ortak bir iletişim dili kurmakta zorlanabilecektir. Bu ise iletişim başarısızlıkla sonuçlanmasına, yani iletilmesi istenilen mesajın yerini bulmamasına neden olacaktır. Günümüz eğitim sistemindeki en temel ve muhtemelen de en önemli sorunlardan birisi, gerek eğitmenlerin gerekse öğrencilerin sahip oldukları zeka türleri hakkında farkındalıklarının olmaması ve farklı zeka türlerine göre öğrenme ve öğretme stillerini oluşturamamış olmalarıdır bence.    

Bilgi davranışında fark (gap) yaratabilecek diğer bir unsur ise öğrenme stilleridir. Öğrenme stili, bir bireyin yeni bilgi ve becerileri, doğal ve daimi olarak tespit etmesi, işlemesi ve özümsemesi olarak tanımlanmaktadır. Gerek eğitmenin gerekse öğrencinin kendi öğrenme ve/veya öğretme stilini bilmesi, öğrenme ve öğretmede iletişimin etkinliği açısından merkezi önemdedir. Öğrenme modelleri arasında kabul gören modellerden biri olan Kolb Öğrenme Stili Modeli, Dervin’in anlamlandırma metaforuna benzer şekilde ve “diğer bilişsel öğrenme kuramlarından farklı olarak, öğrenme sürecinde yaşantıların önemini vurgulayan ve öğrenmenin yaşantı, biliş, algı ve davranışın bileşimi olduğunu savunan Yaşantısal Öğrenme Kuramına (Experiential Learning Theory) dayanır”.
Kolb modeline göre, eğitmenler ve öğrenciler dahil herkesin yerleştiren (accomodator), özümseyen (assimilator), değiştiren (diverger), ayrıştıran (converger)  olmak üzere dört öğrenme biçiminin bileşeni bir öğrenme stiline sahip olduğu kabul edilmektedir. Bu durumda, öğrenme stili kaynaklı iletişimde oluşan fark örneği olarak aşağıdaki tablo verilmektedir:    
 
Tablo-2’de gösterildiği şekilde yerleştiren bir öğrenme stiline sahip eğitmenin teknik analizler yerine insanlarla diyalog sonucu bilgi edinmeyi tercih etmesi beklenir. Ancak karşısında ayrıştıran bir öğrenme stiline sahip bir öğrenci olması durumunda bu öğrencinin sosyal ilişki geliştirmek yerine teknik konularla ilgilenmeyi tercih etmesi Eğitmen ve öğrenci arasında bir fark yaratabilecek ve karşılıklı olarak mesajların tam olarak iletilmemesi ile sonuçlanabilecektir. Zeka kaynaklı farkta olduğu gibi burada da gerek eğitmen gerekse öğrenci, kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık” içerisinde değillerse soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı her ikisinin farklı bir öğrenme stili bileşenine sahip olması ve bunun durumsal farkındalığında olmamaları olabilir.  Benzer şekilde eğitmen kendi eğitim tekniği konusunda da bilgi sahibi olmalıdır. Kendi öğrenme modeli ve sahip olduğu zeka çeşitleri konusunda bilgi sahibi olan bir eğitmen, karşısındaki öğrencilerin öğrenme stillerine göre eğitim tekniğini belirlemek durumundadır.        

Fark yaratabilecek diğer bir unsur ise dış “uyaranlar”dır. Dunn&Dunn Öğrenme modeli, Gardner çoklu zeka kuramı ve Kolb öğrenme modellerinde belirtilmeyen kimi uyaranları içermektedir. Bu uyaranlar aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.


Eğitmen ve öğrenci, zeka, öğrenme stili ve öğretme stillerine ilişkin tam bir durumsal farkındalık içerisinde olsalar da, iletişim kimi çevre uyaranları nedeniyle de engellenebilir. Dunn ve Dunn modelinde belirtilen bu unsurlar diğer unsurları genelde tamamlayıcı niteliktedir ve iletişimdeki sorunu analiz etmeye yardım edecek unsurlar içerir. Özellikle psikolojik uyaranlar başlığı altında belirtilen unsurlar zeka çeşitleri ve öğrenme stilleriyle benzerlikler taşısa da diğer unsurlar fark ( gap) yaratan unsurlardır. 
“Ba”nın yokluğu
Eğitmen ve öğrenci arasındaki etkinliğin temel amacı “bilgi üretimi”dir. Karşılıklı bir iletişimin bir bilgi üretmesi için ortamın bilgiyi destekleyici bir ortam olması gerekir. Eğitmen ve öğrenci arasındaki iletişimin, fiziksel, sanal ya da zihinsel tüm kanallarının açık olması ve bu kanalların daimi olarak açık tutulmasının desteklenmesi bilgi üretimi için olmazsa olmaz şartıdır. Japonca’da “ba” (ya da yer) kelimesi, “fiziksel, sanal, zihinsel ya da daha büyük bir olasılıkla her üçünün bir karışımı olan” bir  ortamı ifade etmektedir. Bilginin daha önce yapılan tanımında da belirtildiği şekilde dinamik yapısı, uzay-zaman içindeki ilişkisel yapısı ve insanlara bağlı olması onu “ba”nın yani bilginin bulunduğu ortamın bir parçası yapar. Şayet bir kurumda/işletmede/ülkede bilgiyi destekleyici ortam yani “ba” yoksa orada bilginin sistematik üretiminden de söz edilemez. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi üretimi sürecini etkin kılabilmek için bilgiyi desteklemenin bir vizyon olarak benimsenmesi, iletişimin yönetilmesi, bilgi eylemcilerinin ( burada eğitmen ve öğrenci) harekete geçirilmesi, doğru bir ortam oluşturulması ve üretilen bilginin prototipinin oluşturularak yerelden küresele dönüştürülmesidir.           
Günümüzde özellikle yüksek eğitim sisteminin tüm dünyada bir kriz içinde olduğu kabul edilmektedir. Gerek kişi başına düşen eğitim harcamalarının yüksekliği, gerekse eğitim kalitesinin düşüklüğünün neden olduğu faydaların göreli azlığı, çözülmesi gereken büyük bir sorun teşkil etmektedir.  
Eğitimin içinde bulunduğu krizin en temel nedenlerinden birisi eğitimin kişiye özel olarak tasarlanamaması ve bir kitle üretimi mantığı ile bireylere sunulmasıdır. Her bir bireyin farklı zeka türlerine haiz olabildiği, farklı öğrenme ve öğretme stillerinin olduğu bilinmektedir. Hal böyle iken tüm bireylere tek tip bir öğrenme stilinin dayatılması, bu stile uyum sağlayamayan birçok bireyin “başarısız” olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır.
Bilginin, alıcıya tek taraflı olarak iletilmesi ile değil ancak çift taraflı ve aktif bir şekilde iletişimle ve bilgiyi destekleyici bir ortamda üretilebileceği kabulünden hareketle, bilgi üretiminin (öğrenmenin) zeka türlerine, öğrenme stillerine, uyaranlara, eğitim tekniği ve materyallerine göre bilgi üretimini destekleyecek bir “ba” ortamı içinde tasarlanması gerekmektedir.

Çift yönlü iletişimin önündeki engellerin kaldırılmak suretiyle çözüm pratiklerinin oluşturulması ve böylelikle kişiye özel eğitim tasarımı için;
-          Belirli bir evrende eğitmenlerin ve öğrencilerin veya bilgi üretiminde bulunan bireylerin ne tip zekaya/lara sahip oldukları,
-          Nasıl bir öğrenme ve/veya öğretme stillerine sahip oldukları,
-          Zeka türü ile öğrenme stili ve/veya öğretme stili arasında nasıl bir ilişki olduğu,
-          Çevre unsurlarının bireysel bazda analizi,
-          Bu unsurların birbirlerine olan etkileri,  
-          Eğitim materyallerinin bunlara göre tasarımı gerçekleştirilmelidir.


HAKAN YILDIZ, Kasım 2013

Bu Blogda Ara