Tıpkı “Aşk” gibi dillere pelesenk olmuş, anlamını yitirmiş talihsiz bir kavram Etik. Ahlakını yitirmiş bir Etik ! Üzerine binlerce araştırma yapılan, kodlar yazılan, altına imza attırılan etik ! Peki gerçekte nedir etik, ahlak nedir, ahlaksız bir etik ne kadar mümkün olabilir ? İş yerinde etik kodlara uygun davranan birinin ahlaki davrandığından da söz edilebilir mi ?
A.B.D’de 1974 yılında Başkan Nixon’ın istifasıyla sonuçlanan Watergate skandalıyla (Watergate, t.y.) gündeme gelen “etik” sorunu, günümüzde dünyanın sayılı danışmanlık ve denetim şirketlerinin, bankalarının, politikacıların karıştığı Enron Skandalı ( Enron, t.y.) ve 2008 yılında “emlak balonu”nun patlaması ve sermaye sahipleri ile şirket yöneticilerinin akıllara durgunluk veren “yaratıcı” yolsuzlukları sonucunda (The Madoff economy, t.y.), bir “etik çılgınlığı”na dönüştü. Şirketler, gelişmiş kapitalist ekonomi merkezlerinde, ardarda gelen ekonomik çöküş ve yolsuzluk haberleriyle personellerini daha yakından ve daha sıkı kontrol etme gerekliliği ile karşı karşıya kaldılar, “etik kodlar” başlığı altında belirlenen mesleki ilkeleri yöneticilere imzalattırmak suretiyle, yöneticiler üzerindeki baskıyı daha da arttırdılar. Bu baskı, şirketten çalışana yönelmekte, tersi yönde çalışandan şirkete bir baskı, çalışanın işini kaybetme riski nedeniyle mümkün olamamakta. Bu tip tek yanlı baskı ve taahhütlerin yöneticiler tarafından olumsuz karşılanması başlı başına bir araştırma alanıdır (Trevino, 1986).
Liberal ekonomide yaşanan ve neredeyse periyodik bir yapıya kavuşan insan kaynaklı krizler, Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sosyalizmin ağır darbe alması, devletlerin ekonomideki ağırlıklarının azalması neticesini doğurmuş (Friedman, 2010), alan kazanan liberal düşünce ise ahlak alanını da düzenleme işini üstlenmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren patlama noktasına gelen ve Badiou’nun (2006) ifadesiyle adeta “bir etik çılgınlığına boğazına kadar batmış halde” olan dünyamızda, “demokratik totalitarizmin daha da sağlam bir biçimde yerleşiklik” kazanması eleştirileri, etik araştırmaları yapılırken muhakkak ciddiye alınmalı ve araştırmalarda işverenlerin/sermaye sahiplerinin “etik” sorumlulukları sorgulanabilmelidir.
Etik ve Ahlak: Nerede birleşir ve nerede ayrılırlar
Etik, Türk Dil Kurumu tarafından (Etik, t.y.) “töre bilimi,
çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken
davranışlar bütünü, ahlaki ve ahlakla ilgili” şeklinde, ahlak ise (Ahlak,
t.y.). “Bir toplum içinde kişilerin uymak
zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre” şeklinde tanımlanmaktadır.
Bu tanımlamalara göre Türkçe’de her iki kelimenin çoğunlukla birbirinin yerine
kullanıldığı, bunun ise çoğunlukla kavramların karışmasına neden olduğu
görülmektedir. Aslında bu iki kavram arasında net bir ayrım yapabilmek
özellikle gündelik dil söz konusu ise çok zordur.
Etimolojik olarak incelendiğinde etik kelimesinin Grekçe
“Ethos”, ahlak kelimesinin (İngilizce moral) ise Latince “mores/mos”tan geldiği
ve bu kelimenin de töre, gelenek, görenek vb. anlamları içererek, somut bir
ayrım yapmamıza imkan vermediği görülür (Ethos, t.y.).
Billington’a (1997, s.53) göre etikle ahlak arasındaki fark
“ Etik doğru ve yanlış davranış teorisidir. Ahlak ise onun pratiğidir. Ahlaki
değil etik ilkelerden, etik değil ahlaki davranış tarzından söz etmek daha
doğrudur. Etik, bir kişinin belli durumda ifade etmek istediği değerlerle
ilgilidir ahlak ise bunu hayata geçirme tarzıdır….Etik bütün manzarayı içine
alırken, ahlakımız bizi adeta maden damarlarına yöneltir, orada davranışın ayrıntılarıyla ilgileniriz
artık. Özetleyecek olursak etik, insan davranışının ilkeleri, ahlak da bu
ilkelerin tikel bir durumda uygulanması” ile ilgilidir.
Yine Etik ve Ahlak arasındaki ilişkiyi Usta (2010, s.166) şu
şekilde ifade etmektedir: ”(1) Ahlak, etiği öncelemektedir. (2) Etik amacın
ahlaki norm süzgecinden geçme zorunluluğu vardır. (3) Ahlaki norm pratiği
çıkmaza girdiğinde etiğe başvurulması doğaldır. Ahlak, etik amacın meşru ve
hatta vazgeçilmezi olmakla birlikte sınırlı bir gerçekleşmesini oluşturur ve
etik bu anlamda ahlakı kuşatır. Bu anlamda ahlak ve etik kuramlar birbirlerini
tamamlamaktadırlar.”
Ahlak ve etik kavramlarının tanımları çok fazla çeşitlilik arz eder. Öyle ki, Özlem (2010, s.233), on farklı ahlak ve beş farklı etik tanımı aktarmakta ve “ahlak bireysel veya toplumsal planda fiilen yaşanan bir fenomen iken etik, bu fenomen üstüne kapsamlı felsefi düşünmenin gerçekleştirildiği alandır” demektedir. Bu tanım yukarıda verilen Bilington’dan aktarılanla paralel olup, genel olarak kabul gören bir tanımdır.
Özet olarak etik, makro düzeyde toplumların mutluluk ve refahını geliştirmek için doğru ve yanlış davranışları sistematize ederek açıklar ve felsefe alanında özel bir anlam kazanırken, bir değer olarak ahlak ise bu teorik tanım içinde pratik düzeyde davranışlarımız üzerine odaklanır.
Felsefe kavramı “Etik”ten, “İş Etiği”ne ve “Etik Kodlara”
Sokrates’le başlayarak kadim Yunan bilgelerinden günümüze
değin gelen etik kavramı, sürekli canlılığını koruyan “bereketli” bir tartışma
alanı olagelmiş, teorik açıdan çok zengin bir kütüphane oluşturmuştur.
Etik, tarihi kadim Yunan’da “en yüksek iyi”yi arayan
Sokrates ile başlamış, çalışmaları öğrencisi Platon tarafından devam ettirilmiş
ve Aristoteles ile bilim olarak temelleri atılmıştır. İlk bilgelerin açtığı
yoldan giden takipçileri farklı felsefe öğretileri geliştirmişlerdir. Bunlar
sırasıyla; Hazcılık, Epükürosçuluk, Kinizm, Stoacılık ve modern zamanlarda da
Bacon’ın etkisi ile Yararcılık olarak sayılabilir. Tüm bu öğretileri içine alan
etik Teleolojik Etik olarak adlandırılmaktadır. Teleolojik etik öğretileri
bireyin mutluluğunu merkeze aldığı için bireycilerdir. Antik çağ ve modern çağ
teleolojik öğretileri arasındaki temel fark ise, antikçağ öğretilerinde tek
kişinin mutluluğu üzerine odaklanılmışken, modern çağın Yararcı görüşünde
“kişinin kendi başına mutluluğa erişemeyeceği, tek kişinin mutluluğunun toplum
içinde ve toplumsal yarar çerçevesinde gerçekleşebileceği” düşüncesidir (Özlem,
2010, S.70). Yeniçağın yararcılık öğretisinin düşünce zeminini hazırlayan
düşünür Bacon, bunu bir sistem haline getiren ise Bentham ve özellikle
J.S.Mill’dir. Bu görüşe göre insan doğası itibarıyla bencil olduğundan, doğasına
uygun olarak tüm istek ve arzularını tatmin ederek mutluluğa erişmek ister, bu
bencillik yok edilemez ancak insan bencil olduğu için yine kendi güvenliğini
tek başına sağlayamayacağını düşünerek birlikte yaşamın kurallarını geliştirmek
ister, böylelikle bencilliği bir şekilde onun toplumsallaşmasına ve toplum için
de düşünmesine neden olur ve karşılıklı yarar da bu şekilde sağlanmış olur
(Özlem, 2010). Faydacılara göre iyiyi kötüden ayıracak ölçü fayda ölçüsüdür,
“faydacılar davranışlarımızı bize verdikleri mutluluk oranında iyi, bize
getirdikleri mutsuzluk oranında kötü” olarak tanımlarlar (Hançerlioğlu, 1993, s.341).
Teleolojik etik, daha çok basit ekonomik bir çevrede fayda/maliyet analizi en
fazla fayda düzeyi lehinde karar verilmesi şeklinde olur. Ancak daha karmaşık
durumlarda çoğunluğun kazancı ile azınlığın kayıplarını karşılaştırmak kolay
değildir. Faydacı düşünce liberal geleneğin güçlenmesini sağlayarak, toplumsal
refahın arttırılmasının yasal etkinliğin en uygun amacı olduğu temel görüşünü
kabul etmiştir. Günümüzde de hakim olan görüş budur. Bu öğreti günümüzde
liberal ekonominin temel felsefi dayanak noktalarından biridir.
Kant’a değin etik ve mutluluk arasındaki ilişki etiğin temel
meselelerinden biri olmuş, bu ikisi arasında yukarıda kısaca açıklandığı gibi sürekli
bir neden-sonuç ilişkisi aranmıştır. Kant, bu ikisi arasındaki ilişkiyi keserek
mutluluğu tahtından indirmiş ve etkisi günümüze kadar süren yeni bir öğreti
geliştirmiştir. Bu öğreti Deontolojik Etik olarak adlandırılmaktadır. Özlem’e (2010) göre Kant, önceki tüm
filozofların aksine mutluluğu temel amaç olarak edinmenin etiğin temel tüm
ilkelerini reddetmek anlamına geldiğini, mutluluğun herkes için aynı
geçerliliğe sahip olmadığını, insanın doğa yasaları altında özgür olmadığını,
özgür olabilmesi için kendi koyduğu bir yasa altında eylemde bulunması
gerektiğini, bunun ahlakın koşulu olduğunu, ahlak yasasına uymanın bir
zorunluluk değil bir ödev (Yunanca deon) olduğunu, bunun dışarıdan dayatılarak
bir göreve dönüştürülmesi ile bir zulme dönüşebileceğini, ahlaki yasaların
bireyin tüm mutluluğunu ve hatta yaşamını feda etmesini gerektirebileceğini,
bulabileceğimiz her yerde mutluluğu aramak yerine daha yüksek ahlaki
standartlarda yaşamak için çabalamak gerektiğini, mutlu olmaktan daha çok onu
haketmenin daha önemli olduğunu düşünüyordu. Kant’ın “öyle eyle ki eyleminin
dayandığı ilke, aynı zamanda öbür insanların eylemleri için de bir ilke ve yasa
olabilsin” (Özlem, 2010, S.80)
ilkesinden hareket eden Rawls ise, Bir Adalet Kuramı adlı 1971 yılında
yayımlanan kitabında Jeremy Bentham’dan beri başat olan faydacı görüşe karşı
bir adalet kavramlaştırması için kuramsal bir temel sağlar (Rawls, J. 1971). Rawls,
Hobbes, Locke ve Rousseau’nun toplumsal sözleşme geleneğini, hem de Kant'ın
akılcılığını yeniden dirilten bir kuram geliştirmiştir (De Crespigny ve
Minogue,1981).
Üçüncü tip etik öğretisi ise “irade özgürlüğü” problemini
temel alan öğretidir. Bu öğreti birbirine zıt iki öğretiyi içerir, biri mutlak
bir determinizm’den hareket eder ve irade özgürlüğünü reddeder ki, mitolojide
simgesi istese de istemese de suçlu olmaktan kurtulamayan Oedipus’tur, diğeri
ise irade özgürlüğünü onaylayan ve bunu insan olmanın temel koşulu sayan,
mitoloji de ise simgesi tanrılardan ateşi çalarak insanlara sunan Prometheus’tur.
Yukarıdaki şekilde üç başlık altında gösterilen etik
öğretilere ek olarak günümüzde post-modern olarak adlandırılan ve Louis
Althusser, Roland Barthes, Jean Baudrillard, Michele Foucault, Derida, Levinas
ve Alain Badiou gibi düşünürler tarafından dile getirilen düşünceler de dikkate
alınmalıdır. Ancak bu araştırmanın doğrudan kapsamında olmadığından bu önemli
düşünürlerin görüşlerine burada yer verilmeyecektir.
Yukarıda kısaca özetlenen etik felsefelerinde geniş anlamında
kullanılan “etik” bugün alanı daralmış olarak, iş hayatında teorik yapı
üzerinde şekillenen tavsiyeler bütününü içeren (yaygın olarak etik kodlar
olarak ifade edilmektedir) bir ifadeye dönüşmüştür. Bu uygulamalı alanın mühendislik
etiği, tıp etiği vb. gibi farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen alt
dalları bulunmakta ve genellikle meslek (iş, çalışma) ahlakı olarak
adlandırılmaktadır (Etik tanım, t.y.).
İş etiği iki ana dala ayrılmakta olup bunlardan “normatif iş
etiği, etik değerler-ilkeler çerçevesinde iş etiğine uygun kararların,
eylemlerin ve davranışların neler olması gerektiğini irdeler ve bu kapsamda iş
etiği kurallarını belirlemeye çalışır, bu niteliği ile reçetesel bir yaklaşım
içerir. Öte yandan, betimleyici iş etiği, iş
dünyasında var olan ilişkilerin ahlaki boyutunu ve sorunlarını inceler, tutum
ve davranışlarını ortaya çıkarmaya çalışır. Yani, mevcut ve yaygın olan etik
içerikli davranış türleri üzerinde durur. Bunların olası nedenlerini incelemeye
çalışır. Bu yönü ile çözümleyici (analitik) bir yaklaşım içerir.” (TÜSİAD, 2009, s.33).
Bu makalede, etiğin Türk Dil Kurumu tarafından daraltılmış
olarak verilen ikinci anlamı yani, “çeşitli meslek kolları arasında tarafların
uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü” olarak ifade edilen dar
anlamı ifade edilmekte ve sorunlar betimleyici etik açısından ele alınmaktadır.
İngilizce’de “business ethics” olarak kullanılan kavramın
karşılığı olarak en uygun ve pratik açıdan da en doğru yaklaşım, “iş ahlakı”
teriminin kullanılması olacaktır. Bu şekilde hem toplumumuzun ahlak kavramına
yüklediği anlamla uyum sağlanacak, hem de “etik” kelimesinin binlerce yılda
oluşmuş felsefi ve köklü bağlamından kopartılmaması sağlanacaktır.
İş Ahlakı ve Yöneticiler
Ahlaki ilkelere bağlı bir yönetici toplum zararına olacak
bir davranışı asla onaylamaz. Bu davranış hayır deme iradesini gerektirdiğinden
güçlü bir karakter yapısını gerektirir. Ahlak sahibi yöneticiler pasif birer
teknokrat/bürokrat değil tam tersine aktif, kamu çıkarlarını savunan
yurttaşlardır. Ne ahlak ilkelerine uygun hareket etmek ne de çalışanları
ahlaklı davranmaları konusunda cesaretlendirmek kolay değildir. Öte yandan
yasal olduğu halde ahlaki olmayan birçok davranış olduğu da bilinen bir
gerçektir. Paradoksal bir şekilde yasal davranan biri rahatlıkla ahlak dışı
davranışta bulunabilmektedir. Hatta yasallığın ahlakın ihlal edilmesi
durumlarında vicdanı rahatlatıcı bir etkisi olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Ahlaki olmadığı halde yasal olan davranışlara şunlar örnek gösterilebilir:
Abartılı iddia, birisini günah keçisi yapmak, tatsız işlerden kaytarma, bilerek
mantıksız taleplerde bulunmak, ikiyüzlü davranmak, sözünden dönmek, yanlı karar
vermek, bütçelemede hile, aylaklık, ihmalcilik, eksik tedavi, müşteriye
müşterinin değil danışmanın işine yarayacak sözde bilgi vermek, dedikodu, laf
taşıma, hainlik yapmak, işyerinde casusluk yapmak, başkasını kötüleyerek
üstlerin gözüne girmeye çalışmak, komplo kurmak ya da komplonun parçası olmak,
başkalarının emeğini çalmak, fesat çıkarmak, başkalarının hatalarını
raporlamak, astlara hayatı çekilmez kılmak, her detayda bir hata bularak
çalışanın özgüvenini sarsmak vb. gibi. ( Bruce, 1994).
Yukarıda belirtilen davranışlar, neredeyse tüm çalışanların
işyerlerinde her gün karşılaştıkları sıradan olaylardan sayılabilir. Meslek
ilkelerine bağlı olmak ve yasal davranmak o kişilerin ahlaklı oldukları
anlamına gelmez. Kısacası hem iş ahlakı ilkelerine bağlı hem de genel olarak
ahlak sahibi olunması temeldir ve böyle çalışanlar yukarıda belirtilen yıkıcı
davranışlarda bulunmadıklarından bir işyerinde/kurumda verimliliğin artmasına
doğrudan katkı sağlarlar. Mesleki ilkelere aykırı davranışlar organizasyondaki
ritmi ve motivasyonu olumsuz etkileyerek sosyal ilişkiler üzerinde onarılmaz
hasarlar yaratır. Bu kişilerin davranışları adeta bir domino etkisi yaratarak,
yöneticilerin önceliklerini organizasyonun yaşamsal ve stratejik
önceliklerinden kriz yönetimine kaydırır. Verimlilik ve iş ahlakı standartları
arasında dengeyi sağlamak her zaman kolay değildir ( Bruce, 1994).
Gerek özel gerekse iş hayatında ahlak sahibi olan bir
yöneticinin, ne yazılı olarak belirlenmiş meslek ahlak ilkelerine karşı (etik ilkeler),
ne de yukarıda belirtilen ve yazılı olmadığı halde ahlaki olmayan davranışları
sergilemesi beklenmez.
Türkiye’de İş Ahlakı Araştırmaları
Dünya’da kayda değer bir literatüre sahip olan “İş Ahlakı
(business ethics)” Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren gelişmeye
başlamıştır. Meslek ahlakı üzerine çalışmalar yapılmakla birlikte yöneticiler özelinde
yapılan çalışmalar ise oldukça sınırlıdır.
Ekin ve Tezölmez tarafından yapılan ve Türk yöneticilerin
“etik” yargılarında bireysel, yönetimsel ve örgütsel faktörleri tespit etmek
amacıyla yapılan araştırmada, yöneticilere satınalma pratiği, aldatıcı reklam,
aşırı fiyatlandırma, müşterilerin satınalma kararlarını etkilemek için hediye
verme gibi senaryolara yanıtları analiz edilmiş, kadın yöneticilerin erkek
yöneticilere göre daha yüksek “etik” puan aldıkları, bunun dışında diğer
bireysel, yönetimsel ve organizasyonel faktörlerin yöneticilerin “etik”
davranışları üzerinde bir etkisi olmadığı bulgulanmıştır (Ekin ve Tezölmez,
1999). Öte yandan aşağıda verilen ve konu üzerine yurtdışında yapılan diğer üç
çalışmada da Ekin ve Tezölmez’in çalışmasını destekler şekilde sırasıyla
erkeklerin kadınlardan daha az etik problem bildirdiği, erkeklerin hataları
muhtemelen daha fazla gizlediği, cinsiyetin karar almayı etkilediği
bulgulanmıştır.
Barutçu, Aydemir ve Barutçu tarafından, Denizli’de yerleşik
ve ihracat yapan firmalarda çalışan yöneticilerin iş yaptıkları pazarlarda
karşılaştıkları rüşvet gibi iş ahlakına uygun olmayan davranışlarla ilgili
düşüncelerini belirlemek için 10 genel müdür ve/veya pazarlama müdürü ile
yüzyüze görüşmeler yapılmış, yöneticiler “Türkiye’deki iş
ahlakı standartlarının faaliyet gösterdikleri gelişmiş ülkelere göre
daha zayıf olduğunu, gelişmekte olan ülkelere göre ise, daha iyi bir düzeyde
olduğunu”, Türk gümrüklerinde rüşvetin çok yaygın olduğunu, işlerin yürümesi
adına gümrükte “her türlü ödemeyi” yaptıklarını, daha sonra bu ödemelerin
“komisyon faturası” olarak kesildiği gibi pratikte çok sık karşılaşılan ve
maalesef “normal” karşılanan uygulamaları bulgulamışlardır. (Barutçu, Aydemir
ve Barutçu, t.y.)
Kamu alanında ise 2000’li yıllarla birlikte Avrupa Konseyi
ve Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu tarafından yürütülen “Türkiye’de
Yolsuzluğun Önlenmesi için Etik Projesi” projesi çerçevesinde akademik
araştırmalar yapılmaktadır (Kamu Görevlileri Etik Kurulu, 2009). Belirtilen
proje kapsamında yapılan çalışmalardan birinde “kamu görevlilerinin etik
ilkeleri benimseme düzeylerinin düşük” olduğu, katılımcıların “ihale öncesi
(%88,4), ihale aşamasında (%90,7) ve ihale sonrasında (%79,1) yaşanan en
belirgin etik dışı davranışın kendilerine menfaat sağlamak isteyen kamu
görevlileri” olduğu bulgulanmıştır (Toplumda etik, t.y.).
“İş Etiği Algısının
Şirket Değerine Katkısı” başlıklı “iş
etiğinin, iş dünyası temsilcileri nezdinde ne anlam ifade ettiğini, itibarın ve
iş etiğinin şirket değerine, çalışanların sadakatine, etik dışı davranışı
önlemekteki ve yatırımcı çekmekteki etkisini öğrenebilmek” amacıyla yapılan
araştırmada ise katılımcıların %51’i çalıştıkları şirketlerde yazılı etik
kodların bulunduğunu, %79’u ise bu kodların uygulanmasına yönelik bir sistem
bulunduğunu belirtmişlerdir (GfK,2010).
Bir diğer çalışma TÜSİAD tarafından hazırlanan “Dünyada ve
Türkiyede İş Etiği ve Etik Yönetimi” adlı çalışmadır. İşveren’in bakış açısını
yansıtması ve iş ahlakı üzerine kapsamlı bir çalışma olması açısından kaydadeğerdir.
(TÜSİAD, 2009). Bu çalışmada “etik bir ortam ve kültür oluşturulması toplumdaki
diğer kurum ve kuruluşların katkılarını gerektirmekte” olduğu, “bunların birbirini
desteklemesi halinde iş etiğinde arzu edilen seviyeye ulaşacağı”, “rekabet
ortamının ve müşteri bilincinin gelişmiş olduğu sağlıklı bir piyasa sisteminde,
etik dışı eylem iktisadi bir yaptırım ile karşılaşacağı”, “işletmenin bu
durumda etik dışı davranışa yönelme ihtimali”nin azalacağı,” kamunun ve sivil
kurumların denetleyici gücü etkili olduğu takdirde de, etik dışı eylem bu kez
de yasal - kamusal yaptırım ve toplumsal baskı ile karşılaşacağı”, “işletmenin
bu durumda etik dışı davranışa yönelme ihtimali”nin azalacağı belirtilmiştir
(TÜSİAD, 2009, s.116-118).
Dünya’da Yöneticilerin Meslek Ahlakı Üzerine Yapılan
Araştırmalar
Dünya’da yöneticilerin meslek ahlakı davranışları üzerine
yapılan çalışmalarda ahlaki gelişim, cinsiyet, yaş, milliyet, eğitim, tecrübe,
din, kontrol odağı gibi bireysel faktörler, etik kodlar, ödüller ve cezalar,
kültür ve etik ortam gibi organizasyonel faktörler araştırılmıştır ( Loe ve
diğerleri, 2000).
Cinsiyetle ilgili yapılan araştırmalarda, cinsiyetin etik
kararlar üzerinde “sınırlı” bir etkisinin olduğu, ahlak felsefelerinin etik
karar verme üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığı, araştırmaların yarısında
eğitim ve iş tecrübesinin etik kararlar üzerinde belirgin bir etkisinin
olmadığı, yaş ve etik kararlar arasında pozitif korelasyon olduğu, kültür ve iş
ortamının organizasyonel etiğin adapte edilmesi üzerinde etkisi olduğu, etik ilkelerin
etik kararlar üzerinde etkisi olduğu ve farklılığı arttırdığı, etnik
kimliklerin etik algılamalarında farklılık yarattığı gibi bulgular elde
edilmiştir ( Loe ve diğerleri, 2000).
Öte yandan dini inançların meslek ahlakı, örneğin Protestan
ahlakının günümüzün meslek ahlakı üzerindeki etkileri üzerinde de çalışmalar
yapılmıştır. Diyalektik materyalizme ters olarak, Alman Sosyolog Max Weber
“Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı kitabında sıkı çalışmayı, zamanı
dikkatli kullanmayı, aylaklıktan ve hazdan kaçınmayı, tasarrufu ve
tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi ve sonucunda da Tanrı tarafından başarı
ile ödüllendirilme ilkelerini benimseyen protestan dininin Kalvinist kolunun,
sanayi devrimini müteakip kapitalizmi yarattığı tezini ileri sürmüştür(Arslan,
2001). Ahlaki eylemlerin dünyevileştirilmesi ve sonrasında sekürleşmesi ile
liberal ekonominin dünyada başat bir ideoloji haline gelmesi sonucu, batı
dünyasının protestan temelli ahlak anlayışı ülkelerin değer anlayışları arasına
girmiştir (Ünal ve Çelik, 2010). Yine Alman ve Amerikan İş Ahlakı anlayışını
karşılaştırmalı olarak ele alan araştırmalar (Palazzo, 2002), Konfüçyüs, Buda,
Tao felsefeleri üzerine temellenmiş iş ahlakı araştırmaları (Suen, 2007) ile
protestan ahlakının liberal ekonomi, Taylorist düşünce ve sonrasında proje
yönetimi üzerine etkisi araştırma konusu olmuştur (Whitty ve diğerleri, 2007).
Diğer yandan Protestan İş Ahlakının Birleşik Krallık’taki
Protestan, İrlanda’lı Katolik ve Türkiye’deki Müslüman Yöneticileri evren
olarak ele alan karşılaştırmalı bir araştırmada, Max Weber’in Protestanların iş
ahlakının Protestan olmayanlardan farklı olduğu ve Protestanların Protestan
olmayanlara göre daha çok iş odaklı oldukları tezinin günümüzde geçerli
olmadığı, tam tersine Müslüman yöneticilerin Katolik İrlanda’lılar ve Protestan
İngilizler’den sıkı çalışmanın başarı getirdiği, para ve zaman tasarrufu, keyfe
düşkünlük gibi kriterlere göre değerlendirilmesinde, daha fazla Protestan İş
Ahlakı anlayışına sahip oldukları, İngilizlerin başat Protestan İş Ahlakı
anlayışından uzaklaşarak daha çok zevk ve tüketim odaklı bir anlayışa
yöneldikleri bulgulanmıştır (Arslan, 2001).
Tartışma
İş/Meslek Etiği alanındaki araştırmalarda işrevenlerin
konumu özellikle araştırılmaya değer bir alandır. Dünyada ve ülkemizde yapılan
çalışmalarda bu konu çalışanlar açısından ele alınmış sermaye sahibi olan
işverenlerin etik sorumlulukları araştırılmamıştır. Bu ise her ne kadar felsefi
olarak etiğin içinden çıkmış olsa da başat liberal ideolojinin yalnızca çalışana
sorumluluk yükleyen bir bakış açısını doğrular niteliktedir.
Ekonomik sistemi yöneten “sermaye sahipleri”nin tek yanlı
olarak “etik kodlar” başlığı altındaki dayatmalarının çalışanlar tarafından içselleştirilmediği
taktirde bir etki yaratmayacağı aşikardır. İşletmelerde mesleki davranış
ilkelerinin belirlenmesinin ve uygulanmasının olumlu etkileri olsa da, ahlaki
ilkelerin kodlanmak suretiyle çalışanlara tek yanlı dayatılması etiğin yukarıda
tanımlanan Deontolojik öğretisinin tanımına ters, “faydacı” bir uygulamadır.
Kant’ın “Ahlakın biricik göstergesi insanın kendi istenci ve aklıyla kendine
koymuş olduğu yasanın buyruğuna girmesidir” (Özlem, 2010, s.81) ilkesinin tam
tersine olan bu uygulamaya göre ahlak, bireyin kendi iradesi ile kabul ettiği
bir yapıdan, zorunlu bir göreve dönüşmektedir.
Etiğin anlam olarak değişerek iş/meslek ahlakı seviyesinde algılanması
konusu, ayrı ve önemli bir araştırma konusudur.
Ekonomik ve sosyo-kültürel yapının etik ilkelere riayet
ederek işlemesi için tüm paydaşların kavramlar üzerinde uzlaşmalarıyla ve
karşılıklı olarak içselleştirilmesiyle mümkün olabilir.
Gelişmiş liberal toplumlarda, etik
ihlallerin ekonomik olarak birbirine eklemlenmiş dünyada bir olumsuz “domino
etkisi” yaratmasına özellikle son yıllarda daha sık rastlamaktayız. Bu
ihlallerin meslek ahlakı konusuna en çok vurgu yapan ve “etik patlaması”
yaşayan günümüzde sıkça olması oldukça trajik bir ironidir.
İşletmeler devletin azalan
ağırlığını ahlak alanında doldurmaya çalışırken tek yanlı olarak çalışanlar
tarafından içselleştirilmeden “etik kodları” dayatmakta bu ise sistemdeki
sorunun devamına neden olmaktadır.
İşletmeler/kurumlar, bir yandan çalışanlarından
etik davranış beklerken, öte yandan kendilerinin etik ihlalleri yapması ve bu
ihlallere hoşgörü ile yaklaşması, çalışanların bu ilkelere olan inancını
sarsmaktadır.
Öte yandan, bir yöneticinin gerek
bağlı olduğu meslek örgütü, gerekse görev aldığı işletme/kurum tarafından
belirlenen ilkelere göre hareket etmesi, onun etik anlayışının yüksek olduğuna
ve/veya bütüncül bir ahlaka sahip olduğuna delalet etmez.
Kadınların önceki araştırmalarda da paralel
şekilde erkeklere göre etik algılamalarının daha “hassas” olması “şaşırtıcı” olmamakla
birlikte kamu ve özel sektör yöneticileri arasında kaydadeğer etik davranış farklılıkları
olması düşündürücüdür.
Kaynakça