Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

25 Şubat 2013 Pazartesi

What is the cost of information seeking on the internet?



Creating a Greener World by Improving Information Literacy Skills
It is anticipated that the CO2 emissions, caused by Information Technologies (IT) related productions and consumptions  will be increased to 3% of the global total CO2 emissions until 2020 (Mithas and others, 2010). On the other hand, if correct and efficient decisions and actions are taken  and if environmental friendly IT solutions are used, it will be possible to prevent CO2 emission of up to 15% of today’s emission by 2020 (Boccaletti and others, 2008).

All individuals, especially the information professionals actively using these technologies and the academic circles bear tremendous responsibility in decreasing IT originated emissions and in the creation of environmental consciousness.  Digital information and communication technologies and increasing rate of data usage, particularly in the higher education, requires huge storage/backup systems (Greenpeace, 2011).      

In order to create a sustainable and egalitarian development model, each individual must be aware of the environmental impacts of his/her daily activities. This awareness is indispensable in preventing the destruction of our world, where we live together with all the other living creatures. 
It is observed that in certain developed and developing countries, which are poisoning the world by carbon emissions day by day, works related with the creation/usage of “CO2 free” environment and/or technologies by strategies like “Green Campus”, “greening ICT” etc. are being accelerated in the recent years. Both as individuals as well as corporates and organizations, we must analyse to what extend we can decrease the CO2 emissions and do our part by developing strategies like Green Vision and Green IT, etc.
One of the fundamental aspects of these strategies shall be to change the habits of all individuals, in particular information professionals, in using technologies. By increasing information literacy, we must change our information seeking behaviours and thus re-create our “information consumption” habits. Knowing that each search we do on the internet, corresponds to a CO2 emission at the data center of the service provider, can be the first step of awareness. Each unnecessary and/or unconscious search done  on search engines generates               0,2g CO2; multiplication of this amount with billions every days  shows to what extend each IT user negatively contributes to the CO2 generation ( Google, n.d.). Knowing that the data centers, which are described as flueless information factories and which are positioned on the “cloud” day by day, have in reality huge “chimneys”, may help us in changing our information seeking habits.

We can directly contribute to the decrease of CO2 emissions by enhancing our information literacy competences and by developing efficient information seeking skills and thus by doing more accurate searches. In this way, information literacy can both allow us to use the tools more efficiently and can also contribute in less polluting the world.

Ahlaksız Etik


Tıpkı “Aşk” gibi dillere pelesenk olmuş, anlamını yitirmiş talihsiz bir kavram Etik. Ahlakını yitirmiş bir Etik ! Üzerine binlerce araştırma yapılan, kodlar yazılan, altına imza attırılan etik ! Peki gerçekte nedir etik, ahlak nedir, ahlaksız bir etik ne kadar mümkün olabilir ? İş yerinde etik kodlara uygun davranan birinin ahlaki davrandığından da söz edilebilir mi ?

A.B.D’de 1974 yılında Başkan Nixon’ın istifasıyla sonuçlanan Watergate skandalıyla (Watergate, t.y.) gündeme gelen “etik” sorunu, günümüzde dünyanın sayılı danışmanlık ve denetim şirketlerinin, bankalarının, politikacıların karıştığı Enron Skandalı ( Enron, t.y.) ve 2008 yılında “emlak balonu”nun patlaması ve sermaye sahipleri ile şirket yöneticilerinin akıllara durgunluk veren “yaratıcı” yolsuzlukları sonucunda (The Madoff economy, t.y.), bir “etik çılgınlığı”na dönüştü. Şirketler, gelişmiş kapitalist ekonomi merkezlerinde, ardarda gelen ekonomik çöküş ve yolsuzluk haberleriyle personellerini daha yakından ve daha sıkı kontrol etme gerekliliği ile karşı karşıya kaldılar, “etik kodlar” başlığı altında belirlenen mesleki ilkeleri yöneticilere imzalattırmak suretiyle, yöneticiler üzerindeki baskıyı daha da arttırdılar. Bu baskı, şirketten çalışana yönelmekte, tersi yönde çalışandan şirkete bir baskı, çalışanın işini kaybetme riski nedeniyle mümkün olamamakta. Bu tip tek yanlı baskı ve taahhütlerin yöneticiler tarafından olumsuz karşılanması başlı başına bir araştırma alanıdır (Trevino, 1986).

Liberal ekonomide yaşanan ve neredeyse periyodik bir yapıya kavuşan insan kaynaklı krizler, Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sosyalizmin ağır darbe alması, devletlerin ekonomideki ağırlıklarının azalması neticesini doğurmuş (Friedman, 2010), alan kazanan liberal düşünce ise ahlak alanını da düzenleme işini üstlenmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren patlama noktasına gelen ve Badiou’nun (2006) ifadesiyle adeta “bir etik çılgınlığına boğazına kadar batmış halde” olan dünyamızda, “demokratik totalitarizmin daha da sağlam bir biçimde yerleşiklik” kazanması eleştirileri, etik araştırmaları yapılırken muhakkak ciddiye alınmalı ve araştırmalarda işverenlerin/sermaye sahiplerinin “etik” sorumlulukları sorgulanabilmelidir.

Etik ve Ahlak: Nerede birleşir ve nerede ayrılırlar
Etik, Türk Dil Kurumu tarafından (Etik, t.y.) “töre bilimi, çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü, ahlaki ve ahlakla ilgili” şeklinde, ahlak ise (Ahlak, t.y.). “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımlamalara göre Türkçe’de her iki kelimenin çoğunlukla birbirinin yerine kullanıldığı, bunun ise çoğunlukla kavramların karışmasına neden olduğu görülmektedir. Aslında bu iki kavram arasında net bir ayrım yapabilmek özellikle gündelik dil söz konusu ise çok zordur.
Etimolojik olarak incelendiğinde etik kelimesinin Grekçe “Ethos”, ahlak kelimesinin (İngilizce moral) ise Latince “mores/mos”tan geldiği ve bu kelimenin de töre, gelenek, görenek vb. anlamları içererek, somut bir ayrım yapmamıza imkan vermediği görülür (Ethos, t.y.).
Billington’a (1997, s.53) göre etikle ahlak arasındaki fark “ Etik doğru ve yanlış davranış teorisidir. Ahlak ise onun pratiğidir. Ahlaki değil etik ilkelerden, etik değil ahlaki davranış tarzından söz etmek daha doğrudur. Etik, bir kişinin belli durumda ifade etmek istediği değerlerle ilgilidir ahlak ise bunu hayata geçirme tarzıdır….Etik bütün manzarayı içine alırken, ahlakımız bizi adeta maden damarlarına yöneltir,  orada davranışın ayrıntılarıyla ilgileniriz artık. Özetleyecek olursak etik, insan davranışının ilkeleri, ahlak da bu ilkelerin tikel bir durumda uygulanması” ile ilgilidir. 
Yine Etik ve Ahlak arasındaki ilişkiyi Usta (2010, s.166) şu şekilde ifade etmektedir: ”(1) Ahlak, etiği öncelemektedir. (2) Etik amacın ahlaki norm süzgecinden geçme zorunluluğu vardır. (3) Ahlaki norm pratiği çıkmaza girdiğinde etiğe başvurulması doğaldır. Ahlak, etik amacın meşru ve hatta vazgeçilmezi olmakla birlikte sınırlı bir gerçekleşmesini oluşturur ve etik bu anlamda ahlakı kuşatır. Bu anlamda ahlak ve etik kuramlar birbirlerini tamamlamaktadırlar.”  
Ahlak ve etik kavramlarının tanımları çok fazla çeşitlilik arz eder. Öyle ki, Özlem (2010, s.233), on farklı ahlak ve beş farklı etik tanımı aktarmakta ve “ahlak bireysel veya toplumsal planda fiilen yaşanan bir fenomen iken etik, bu fenomen üstüne kapsamlı felsefi düşünmenin gerçekleştirildiği alandır” demektedir. Bu tanım yukarıda verilen Bilington’dan aktarılanla paralel olup, genel olarak kabul gören bir tanımdır.
Özet olarak etik, makro düzeyde toplumların mutluluk ve refahını geliştirmek için doğru ve yanlış davranışları sistematize ederek açıklar ve felsefe alanında özel bir anlam kazanırken, bir değer olarak ahlak ise bu teorik tanım içinde pratik düzeyde davranışlarımız üzerine odaklanır.

Felsefe kavramı “Etik”ten,  “İş Etiği”ne ve “Etik Kodlara”

Sokrates’le başlayarak kadim Yunan bilgelerinden günümüze değin gelen etik kavramı, sürekli canlılığını koruyan “bereketli” bir tartışma alanı olagelmiş, teorik açıdan çok zengin bir kütüphane oluşturmuştur.   
Etik, tarihi kadim Yunan’da “en yüksek iyi”yi arayan Sokrates ile başlamış, çalışmaları öğrencisi Platon tarafından devam ettirilmiş ve Aristoteles ile bilim olarak temelleri atılmıştır. İlk bilgelerin açtığı yoldan giden takipçileri farklı felsefe öğretileri geliştirmişlerdir. Bunlar sırasıyla; Hazcılık, Epükürosçuluk, Kinizm, Stoacılık ve modern zamanlarda da Bacon’ın etkisi ile Yararcılık olarak sayılabilir. Tüm bu öğretileri içine alan etik Teleolojik Etik olarak adlandırılmaktadır. Teleolojik etik öğretileri bireyin mutluluğunu merkeze aldığı için bireycilerdir. Antik çağ ve modern çağ teleolojik öğretileri arasındaki temel fark ise, antikçağ öğretilerinde tek kişinin mutluluğu üzerine odaklanılmışken, modern çağın Yararcı görüşünde “kişinin kendi başına mutluluğa erişemeyeceği, tek kişinin mutluluğunun toplum içinde ve toplumsal yarar çerçevesinde gerçekleşebileceği” düşüncesidir (Özlem, 2010, S.70). Yeniçağın yararcılık öğretisinin düşünce zeminini hazırlayan düşünür Bacon, bunu bir sistem haline getiren ise Bentham ve özellikle J.S.Mill’dir. Bu görüşe göre insan doğası itibarıyla bencil olduğundan, doğasına uygun olarak tüm istek ve arzularını tatmin ederek mutluluğa erişmek ister, bu bencillik yok edilemez ancak insan bencil olduğu için yine kendi güvenliğini tek başına sağlayamayacağını düşünerek birlikte yaşamın kurallarını geliştirmek ister, böylelikle bencilliği bir şekilde onun toplumsallaşmasına ve toplum için de düşünmesine neden olur ve karşılıklı yarar da bu şekilde sağlanmış olur (Özlem, 2010). Faydacılara göre iyiyi kötüden ayıracak ölçü fayda ölçüsüdür, “faydacılar davranışlarımızı bize verdikleri mutluluk oranında iyi, bize getirdikleri mutsuzluk oranında kötü” olarak tanımlarlar (Hançerlioğlu, 1993, s.341). Teleolojik etik, daha çok basit ekonomik bir çevrede fayda/maliyet analizi en fazla fayda düzeyi lehinde karar verilmesi şeklinde olur. Ancak daha karmaşık durumlarda çoğunluğun kazancı ile azınlığın kayıplarını karşılaştırmak kolay değildir. Faydacı düşünce liberal geleneğin güçlenmesini sağlayarak, toplumsal refahın arttırılmasının yasal etkinliğin en uygun amacı olduğu temel görüşünü kabul etmiştir. Günümüzde de hakim olan görüş budur. Bu öğreti günümüzde liberal ekonominin temel felsefi dayanak noktalarından biridir.               
Kant’a değin etik ve mutluluk arasındaki ilişki etiğin temel meselelerinden biri olmuş, bu ikisi arasında yukarıda kısaca açıklandığı gibi sürekli bir neden-sonuç ilişkisi aranmıştır. Kant, bu ikisi arasındaki ilişkiyi keserek mutluluğu tahtından indirmiş ve etkisi günümüze kadar süren yeni bir öğreti geliştirmiştir. Bu öğreti Deontolojik Etik olarak adlandırılmaktadır.  Özlem’e (2010) göre Kant, önceki tüm filozofların aksine mutluluğu temel amaç olarak edinmenin etiğin temel tüm ilkelerini reddetmek anlamına geldiğini, mutluluğun herkes için aynı geçerliliğe sahip olmadığını, insanın doğa yasaları altında özgür olmadığını, özgür olabilmesi için kendi koyduğu bir yasa altında eylemde bulunması gerektiğini, bunun ahlakın koşulu olduğunu, ahlak yasasına uymanın bir zorunluluk değil bir ödev (Yunanca deon) olduğunu, bunun dışarıdan dayatılarak bir göreve dönüştürülmesi ile bir zulme dönüşebileceğini, ahlaki yasaların bireyin tüm mutluluğunu ve hatta yaşamını feda etmesini gerektirebileceğini, bulabileceğimiz her yerde mutluluğu aramak yerine daha yüksek ahlaki standartlarda yaşamak için çabalamak gerektiğini, mutlu olmaktan daha çok onu haketmenin daha önemli olduğunu düşünüyordu. Kant’ın “öyle eyle ki eyleminin dayandığı ilke, aynı zamanda öbür insanların eylemleri için de bir ilke ve yasa olabilsin” (Özlem, 2010, S.80)  ilkesinden hareket eden Rawls ise, Bir Adalet Kuramı adlı 1971 yılında yayımlanan kitabında Jeremy Bentham’dan beri başat olan faydacı görüşe karşı bir adalet kavramlaştırması için kuramsal bir temel sağlar (Rawls, J. 1971). Rawls, Hobbes, Locke ve Rousseau’nun toplumsal sözleşme geleneğini, hem de Kant'ın akılcılığını yeniden dirilten bir kuram geliştirmiştir (De Crespigny ve Minogue,1981).    

Üçüncü tip etik öğretisi ise “irade özgürlüğü” problemini temel alan öğretidir. Bu öğreti birbirine zıt iki öğretiyi içerir, biri mutlak bir determinizm’den hareket eder ve irade özgürlüğünü reddeder ki, mitolojide simgesi istese de istemese de suçlu olmaktan kurtulamayan Oedipus’tur, diğeri ise irade özgürlüğünü onaylayan ve bunu insan olmanın temel koşulu sayan, mitoloji de ise simgesi tanrılardan ateşi çalarak insanlara sunan  Prometheus’tur.
Yukarıdaki şekilde üç başlık altında gösterilen etik öğretilere ek olarak günümüzde post-modern olarak adlandırılan ve Louis Althusser, Roland Barthes, Jean Baudrillard, Michele Foucault, Derida, Levinas ve Alain Badiou gibi düşünürler tarafından dile getirilen düşünceler de dikkate alınmalıdır. Ancak bu araştırmanın doğrudan kapsamında olmadığından bu önemli düşünürlerin görüşlerine burada yer verilmeyecektir.  
Yukarıda kısaca özetlenen etik felsefelerinde geniş anlamında kullanılan “etik” bugün alanı daralmış olarak, iş hayatında teorik yapı üzerinde şekillenen tavsiyeler bütününü içeren (yaygın olarak etik kodlar olarak ifade edilmektedir) bir ifadeye dönüşmüştür. Bu uygulamalı alanın mühendislik etiği, tıp etiği vb. gibi farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen alt dalları bulunmakta ve genellikle meslek (iş, çalışma) ahlakı olarak adlandırılmaktadır (Etik tanım, t.y.).
İş etiği iki ana dala ayrılmakta olup bunlardan “normatif iş etiği, etik değerler-ilkeler çerçevesinde iş etiğine uygun kararların, eylemlerin ve davranışların neler olması gerektiğini irdeler ve bu kapsamda iş etiği kurallarını belirlemeye çalışır, bu niteliği ile reçetesel bir yaklaşım içerir. Öte yandan, betimleyici iş etiği, iş dünyasında var olan ilişkilerin ahlaki boyutunu ve sorunlarını inceler, tutum ve davranışlarını ortaya çıkarmaya çalışır. Yani, mevcut ve yaygın olan etik içerikli davranış türleri üzerinde durur. Bunların olası nedenlerini incelemeye çalışır. Bu yönü ile çözümleyici (analitik) bir yaklaşım içerir.” (TÜSİAD, 2009, s.33).
Bu makalede, etiğin Türk Dil Kurumu tarafından daraltılmış olarak verilen ikinci anlamı yani, “çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü” olarak ifade edilen dar anlamı ifade edilmekte ve sorunlar betimleyici etik açısından ele alınmaktadır.
İngilizce’de “business ethics” olarak kullanılan kavramın karşılığı olarak en uygun ve pratik açıdan da en doğru yaklaşım, “iş ahlakı” teriminin kullanılması olacaktır. Bu şekilde hem toplumumuzun ahlak kavramına yüklediği anlamla uyum sağlanacak, hem de “etik” kelimesinin binlerce yılda oluşmuş felsefi ve köklü bağlamından kopartılmaması sağlanacaktır.  

İş Ahlakı ve Yöneticiler   

Ahlaki ilkelere bağlı bir yönetici toplum zararına olacak bir davranışı asla onaylamaz. Bu davranış hayır deme iradesini gerektirdiğinden güçlü bir karakter yapısını gerektirir. Ahlak sahibi yöneticiler pasif birer teknokrat/bürokrat değil tam tersine aktif, kamu çıkarlarını savunan yurttaşlardır. Ne ahlak ilkelerine uygun hareket etmek ne de çalışanları ahlaklı davranmaları konusunda cesaretlendirmek kolay değildir. Öte yandan yasal olduğu halde ahlaki olmayan birçok davranış olduğu da bilinen bir gerçektir. Paradoksal bir şekilde yasal davranan biri rahatlıkla ahlak dışı davranışta bulunabilmektedir. Hatta yasallığın ahlakın ihlal edilmesi durumlarında vicdanı rahatlatıcı bir etkisi olduğunu söylemek abartılı olmaz. Ahlaki olmadığı halde yasal olan davranışlara şunlar örnek gösterilebilir: Abartılı iddia, birisini günah keçisi yapmak, tatsız işlerden kaytarma, bilerek mantıksız taleplerde bulunmak, ikiyüzlü davranmak, sözünden dönmek, yanlı karar vermek, bütçelemede hile, aylaklık, ihmalcilik, eksik tedavi, müşteriye müşterinin değil danışmanın işine yarayacak sözde bilgi vermek, dedikodu, laf taşıma, hainlik yapmak, işyerinde casusluk yapmak, başkasını kötüleyerek üstlerin gözüne girmeye çalışmak, komplo kurmak ya da komplonun parçası olmak, başkalarının emeğini çalmak, fesat çıkarmak, başkalarının hatalarını raporlamak, astlara hayatı çekilmez kılmak, her detayda bir hata bularak çalışanın özgüvenini sarsmak vb. gibi. ( Bruce, 1994).      
Yukarıda belirtilen davranışlar, neredeyse tüm çalışanların işyerlerinde her gün karşılaştıkları sıradan olaylardan sayılabilir. Meslek ilkelerine bağlı olmak ve yasal davranmak o kişilerin ahlaklı oldukları anlamına gelmez. Kısacası hem iş ahlakı ilkelerine bağlı hem de genel olarak ahlak sahibi olunması temeldir ve böyle çalışanlar yukarıda belirtilen yıkıcı davranışlarda bulunmadıklarından bir işyerinde/kurumda verimliliğin artmasına doğrudan katkı sağlarlar. Mesleki ilkelere aykırı davranışlar organizasyondaki ritmi ve motivasyonu olumsuz etkileyerek sosyal ilişkiler üzerinde onarılmaz hasarlar yaratır. Bu kişilerin davranışları adeta bir domino etkisi yaratarak, yöneticilerin önceliklerini organizasyonun yaşamsal ve stratejik önceliklerinden kriz yönetimine kaydırır. Verimlilik ve iş ahlakı standartları arasında dengeyi sağlamak her zaman kolay değildir ( Bruce, 1994).  
Gerek özel gerekse iş hayatında ahlak sahibi olan bir yöneticinin, ne yazılı olarak belirlenmiş meslek ahlak ilkelerine karşı (etik ilkeler), ne de yukarıda belirtilen ve yazılı olmadığı halde ahlaki olmayan davranışları sergilemesi beklenmez.

Türkiye’de İş Ahlakı Araştırmaları

Dünya’da kayda değer bir literatüre sahip olan “İş Ahlakı (business ethics)” Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren gelişmeye başlamıştır. Meslek ahlakı üzerine çalışmalar yapılmakla birlikte yöneticiler özelinde yapılan çalışmalar ise oldukça sınırlıdır.
Ekin ve Tezölmez tarafından yapılan ve Türk yöneticilerin “etik” yargılarında bireysel, yönetimsel ve örgütsel faktörleri tespit etmek amacıyla yapılan araştırmada, yöneticilere satınalma pratiği, aldatıcı reklam, aşırı fiyatlandırma, müşterilerin satınalma kararlarını etkilemek için hediye verme gibi senaryolara yanıtları analiz edilmiş, kadın yöneticilerin erkek yöneticilere göre daha yüksek “etik” puan aldıkları, bunun dışında diğer bireysel, yönetimsel ve organizasyonel faktörlerin yöneticilerin “etik” davranışları üzerinde bir etkisi olmadığı bulgulanmıştır (Ekin ve Tezölmez, 1999). Öte yandan aşağıda verilen ve konu üzerine yurtdışında yapılan diğer üç çalışmada da Ekin ve Tezölmez’in çalışmasını destekler şekilde sırasıyla erkeklerin kadınlardan daha az etik problem bildirdiği, erkeklerin hataları muhtemelen daha fazla gizlediği, cinsiyetin karar almayı etkilediği bulgulanmıştır.  
Barutçu, Aydemir ve Barutçu tarafından, Denizli’de yerleşik ve ihracat yapan firmalarda çalışan yöneticilerin iş yaptıkları pazarlarda karşılaştıkları rüşvet gibi iş ahlakına uygun olmayan davranışlarla ilgili düşüncelerini belirlemek için 10 genel müdür ve/veya pazarlama müdürü ile yüzyüze görüşmeler yapılmış, yöneticiler “Türkiye’deki  iş  ahlakı standartlarının faaliyet gösterdikleri gelişmiş ülkelere göre daha zayıf olduğunu, gelişmekte olan ülkelere göre ise, daha iyi bir düzeyde olduğunu”, Türk gümrüklerinde rüşvetin çok yaygın olduğunu, işlerin yürümesi adına gümrükte “her türlü ödemeyi” yaptıklarını, daha sonra bu ödemelerin “komisyon faturası” olarak kesildiği gibi pratikte çok sık karşılaşılan ve maalesef “normal” karşılanan uygulamaları bulgulamışlardır. (Barutçu, Aydemir ve Barutçu, t.y.)   
Kamu alanında ise 2000’li yıllarla birlikte Avrupa Konseyi ve Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu tarafından yürütülen “Türkiye’de Yolsuzluğun Önlenmesi için Etik Projesi” projesi çerçevesinde akademik araştırmalar yapılmaktadır (Kamu Görevlileri Etik Kurulu, 2009). Belirtilen proje kapsamında yapılan çalışmalardan birinde “kamu görevlilerinin etik ilkeleri benimseme düzeylerinin düşük” olduğu, katılımcıların “ihale öncesi (%88,4), ihale aşamasında (%90,7) ve ihale sonrasında (%79,1) yaşanan en belirgin etik dışı davranışın kendilerine menfaat sağlamak isteyen kamu görevlileri” olduğu bulgulanmıştır (Toplumda etik, t.y.).
“İş Etiği Algısının Şirket Değerine Katkısı” başlıklı  “iş etiğinin, iş dünyası temsilcileri nezdinde ne anlam ifade ettiğini, itibarın ve iş etiğinin şirket değerine, çalışanların sadakatine, etik dışı davranışı önlemekteki ve yatırımcı çekmekteki etkisini öğrenebilmek” amacıyla yapılan araştırmada ise katılımcıların %51’i çalıştıkları şirketlerde yazılı etik kodların bulunduğunu, %79’u ise bu kodların uygulanmasına yönelik bir sistem bulunduğunu belirtmişlerdir (GfK,2010). 

Bir diğer çalışma TÜSİAD tarafından hazırlanan “Dünyada ve Türkiyede İş Etiği ve Etik Yönetimi” adlı çalışmadır. İşveren’in bakış açısını yansıtması ve iş ahlakı üzerine kapsamlı bir çalışma olması açısından kaydadeğerdir. (TÜSİAD, 2009). Bu çalışmada “etik bir ortam ve kültür oluşturulması toplumdaki diğer kurum ve kuruluşların katkılarını gerektirmekte” olduğu, “bunların birbirini desteklemesi halinde iş etiğinde arzu edilen seviyeye ulaşacağı”, “rekabet ortamının ve müşteri bilincinin gelişmiş olduğu sağlıklı bir piyasa sisteminde, etik dışı eylem iktisadi bir yaptırım ile karşılaşacağı”, “işletmenin bu durumda etik dışı davranışa yönelme ihtimali”nin azalacağı,” kamunun ve sivil kurumların denetleyici gücü etkili olduğu takdirde de, etik dışı eylem bu kez de yasal - kamusal yaptırım ve toplumsal baskı ile karşılaşacağı”, “işletmenin bu durumda etik dışı davranışa yönelme ihtimali”nin azalacağı belirtilmiştir (TÜSİAD, 2009, s.116-118). 
Dünya’da Yöneticilerin Meslek Ahlakı Üzerine Yapılan Araştırmalar
Dünya’da yöneticilerin meslek ahlakı davranışları üzerine yapılan çalışmalarda ahlaki gelişim, cinsiyet, yaş, milliyet, eğitim, tecrübe, din, kontrol odağı gibi bireysel faktörler, etik kodlar, ödüller ve cezalar, kültür ve etik ortam gibi organizasyonel faktörler araştırılmıştır ( Loe ve diğerleri, 2000).       
Cinsiyetle ilgili yapılan araştırmalarda, cinsiyetin etik kararlar üzerinde “sınırlı” bir etkisinin olduğu, ahlak felsefelerinin etik karar verme üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığı, araştırmaların yarısında eğitim ve iş tecrübesinin etik kararlar üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığı, yaş ve etik kararlar arasında pozitif korelasyon olduğu, kültür ve iş ortamının organizasyonel etiğin adapte edilmesi üzerinde etkisi olduğu, etik ilkelerin etik kararlar üzerinde etkisi olduğu ve farklılığı arttırdığı, etnik kimliklerin etik algılamalarında farklılık yarattığı gibi bulgular elde edilmiştir ( Loe ve diğerleri, 2000). 
Öte yandan dini inançların meslek ahlakı, örneğin Protestan ahlakının günümüzün meslek ahlakı üzerindeki etkileri üzerinde de çalışmalar yapılmıştır. Diyalektik materyalizme ters olarak, Alman Sosyolog Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı kitabında sıkı çalışmayı, zamanı dikkatli kullanmayı, aylaklıktan ve hazdan kaçınmayı, tasarrufu ve tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi ve sonucunda da Tanrı tarafından başarı ile ödüllendirilme ilkelerini benimseyen protestan dininin Kalvinist kolunun, sanayi devrimini müteakip kapitalizmi yarattığı tezini ileri sürmüştür(Arslan, 2001). Ahlaki eylemlerin dünyevileştirilmesi ve sonrasında sekürleşmesi ile liberal ekonominin dünyada başat bir ideoloji haline gelmesi sonucu, batı dünyasının protestan temelli ahlak anlayışı ülkelerin değer anlayışları arasına girmiştir (Ünal ve Çelik, 2010). Yine Alman ve Amerikan İş Ahlakı anlayışını karşılaştırmalı olarak ele alan araştırmalar (Palazzo, 2002), Konfüçyüs, Buda, Tao felsefeleri üzerine temellenmiş iş ahlakı araştırmaları (Suen, 2007) ile protestan ahlakının liberal ekonomi, Taylorist düşünce ve sonrasında proje yönetimi üzerine etkisi araştırma konusu olmuştur (Whitty ve diğerleri, 2007).
Diğer yandan Protestan İş Ahlakının Birleşik Krallık’taki Protestan, İrlanda’lı Katolik ve Türkiye’deki Müslüman Yöneticileri evren olarak ele alan karşılaştırmalı bir araştırmada, Max Weber’in Protestanların iş ahlakının Protestan olmayanlardan farklı olduğu ve Protestanların Protestan olmayanlara göre daha çok iş odaklı oldukları tezinin günümüzde geçerli olmadığı, tam tersine Müslüman yöneticilerin Katolik İrlanda’lılar ve Protestan İngilizler’den sıkı çalışmanın başarı getirdiği, para ve zaman tasarrufu, keyfe düşkünlük gibi kriterlere göre değerlendirilmesinde, daha fazla Protestan İş Ahlakı anlayışına sahip oldukları, İngilizlerin başat Protestan İş Ahlakı anlayışından uzaklaşarak daha çok zevk ve tüketim odaklı bir anlayışa yöneldikleri bulgulanmıştır (Arslan, 2001).

Tartışma

İş/Meslek Etiği alanındaki araştırmalarda işrevenlerin konumu özellikle araştırılmaya değer bir alandır. Dünyada ve ülkemizde yapılan çalışmalarda bu konu çalışanlar açısından ele alınmış sermaye sahibi olan işverenlerin etik sorumlulukları araştırılmamıştır. Bu ise her ne kadar felsefi olarak etiğin içinden çıkmış olsa da başat liberal ideolojinin yalnızca çalışana sorumluluk yükleyen bir bakış açısını doğrular niteliktedir.
Ekonomik sistemi yöneten “sermaye sahipleri”nin tek yanlı olarak “etik kodlar” başlığı altındaki dayatmalarının çalışanlar tarafından içselleştirilmediği taktirde bir etki yaratmayacağı aşikardır. İşletmelerde mesleki davranış ilkelerinin belirlenmesinin ve uygulanmasının olumlu etkileri olsa da, ahlaki ilkelerin kodlanmak suretiyle çalışanlara tek yanlı dayatılması etiğin yukarıda tanımlanan Deontolojik öğretisinin tanımına ters, “faydacı” bir uygulamadır. Kant’ın “Ahlakın biricik göstergesi insanın kendi istenci ve aklıyla kendine koymuş olduğu yasanın buyruğuna girmesidir” (Özlem, 2010, s.81) ilkesinin tam tersine olan bu uygulamaya göre ahlak, bireyin kendi iradesi ile kabul ettiği bir yapıdan, zorunlu bir göreve dönüşmektedir.
Etiğin anlam olarak değişerek iş/meslek ahlakı seviyesinde algılanması konusu, ayrı ve önemli bir araştırma konusudur.
Ekonomik ve sosyo-kültürel yapının etik ilkelere riayet ederek işlemesi için tüm paydaşların kavramlar üzerinde uzlaşmalarıyla ve karşılıklı olarak içselleştirilmesiyle mümkün olabilir.  
Gelişmiş liberal toplumlarda, etik ihlallerin ekonomik olarak birbirine eklemlenmiş dünyada bir olumsuz “domino etkisi” yaratmasına özellikle son yıllarda daha sık rastlamaktayız. Bu ihlallerin meslek ahlakı konusuna en çok vurgu yapan ve “etik patlaması” yaşayan günümüzde sıkça olması oldukça trajik bir ironidir.     
İşletmeler devletin azalan ağırlığını ahlak alanında doldurmaya çalışırken tek yanlı olarak çalışanlar tarafından içselleştirilmeden “etik kodları” dayatmakta bu ise sistemdeki sorunun devamına neden olmaktadır.
İşletmeler/kurumlar, bir yandan çalışanlarından etik davranış beklerken, öte yandan kendilerinin etik ihlalleri yapması ve bu ihlallere hoşgörü ile yaklaşması, çalışanların bu ilkelere olan inancını sarsmaktadır. 
Öte yandan, bir yöneticinin gerek bağlı olduğu meslek örgütü, gerekse görev aldığı işletme/kurum tarafından belirlenen ilkelere göre hareket etmesi, onun etik anlayışının yüksek olduğuna ve/veya bütüncül bir ahlaka sahip olduğuna delalet etmez.
Kadınların önceki araştırmalarda da paralel şekilde erkeklere göre etik algılamalarının daha “hassas” olması “şaşırtıcı” olmamakla birlikte kamu ve özel sektör yöneticileri arasında kaydadeğer etik davranış farklılıkları olması düşündürücüdür.   

Kaynakça

Arslan, M. (2001). The  work  ethic  values  of protestant  British,  catholic  Irish and  muslim  Turkish  managers, Journal of Business Ethics, 31, s.321–339

Badiou, A. (2006). Etik, kötülük kavrayışı üzerine bir deneme (T.Birkan, Çev.). Metis yayınları, 2.Baskı, s.11-13

Barutçu, S.,Aydemir, M., Barutçu, E. (t.y.).Uluslararası pazarlarda rüşvet sorunu: Denizli’de faaliyet gösteren işletmelerde bir araştırma. 04.05.2012 tarihinde http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/makaleler/Esin%20BARUT%C3%87U%20Muzaffer%20AYDEM%C4%B0R%20S%C3%BCleyman%20BARUT%C3%87U/157-176.pdf adresinden erişildi.

Billington, R. (1997). Felsefeyi yaşamak, ahlak düşüncesine giriş (A. Yılmaz,Çev.). İstanbul: Ayrıntı yayınları. s.53

Bruce, W. (1994). Ethical people are productive people. Public Productivity and Management Review, 18 (3), s.241-242.

De Crespigny, A., Minogue, K.R.. (1981). Çağdaş siyaset felsefecileri. (S.Can, Çev.). Remzi kitabevi yayınları, s.267-281

TÜSİAD. (2009). Dünyada ve Türkiye’de iş etiği ve etik yönetimi. 03.05.2012 tarihinde http://www.tusiad.org/__rsc/shared/file/Tusiad-isetigiraporupdf.pdf adresinden erişildi.

Ekin, M.G.S., Tezölmez, S.H. (1999). Business ethics in Turkey: An Empirical investigation with special emphasis on gender. Journal of Business Ethics, 18, s.17-34

Enron skandalı. (t.y.). 03.05.2012 tarihinde http://news.bbc.co.uk/2/hi/business/1780075.stm adresinden erişildi.

Ethos (t.y.). 07.05.2012 tarihinde http://en.wikipedia.org/wiki/Ethos adresinden erişildi.


Etik tanım (t.y.). 12.04.2012 tarihinde http://tr.wikipedia.org/wiki/Etik adresinden erişildi.

Friedman, T.L. (2010). Dünya düzdür: Yirmi birinci yüzyılın kısa tarihi. (L.Cinemre, Çev.). İstanbul: Boyner Yayınları,6.Baskı

Hançerlioğlu, O. (1993). Düşünce tarihi: dört bin yıllık düşünce, sanat ve bilim tarihinin klasik yapıtları üstüne eleştirel inceleme. Ankara:Remzi Kitabevi, 5.Baskı

GfK. (2010). İş etiği algısının şirket değerine katkısı. 30.04.3012 tarihinde http://www.teid.org.tr/files/downloads/arastirma/ etik_veitibar_algi_arastirmasi_ozet_2010.pdf adresinden erişildi. 

Kamu Görevlileri Etik Kurulu. (Mayıs 2009). Türkiye’de Kamu Hizmetlerinde Yolsuzluğun Önlenmesi İçin Etik Projesi:Tapu hizmetlerinde etik araştırması.(Rapor No:6).  03.05.2012 tarihinde http://www.etik.gov.tr/BilgiBankasi/Akademik/Arastirma/Tapu/Hizmetleri/ve/Etik.pdf adresinden erişildi.  

Kurultay kararları. (t.y.). 18.04.2012 tarihinde  http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=3246&tipi=16 adresinden erişildi.

Loe, T.W., Ferrell, L., Mansfield, P. (2000). A review of empirical studies assessing ethical decision making in business, Journal of Business Ethics, 25, s.185-204

Özlem, D. (2010). Etik: Ahlak felsefesi, Say yayınları, 2.Baskı

Palazzo, B. (2002). U.S.-American and German business ethics: an intercultural comparison, Journal of Business Ethics, 41 (3), s.195-216

Rawls, J. (1971). A theory of justice. Boston: The Belknap Press of Harvard University Press

Suen, H., Cheung, S., Mondejar, R. (2007). Managing ethical behaviour in construction organizations in Asia: how do the teachings of Confucianism, Taoism and Buddhism and globalization influence ethics management?, International Journal of Project Management, 25, s.257-265


The Madoff Economy (t.y.). 03.05.2012 tarihinde http://www.nytimes.com/2008/12/19/opinion/19krugman.html adresinden erişildi.

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası.(2012). Etik, Kodlanan Etik ve Pratiği, Ankara:EMO Yayınları, 1.Baskı


Trevino, L.K. (1986). Ethical decision making in organizations: a person-asituation interactionist model, Academy of Management Review, 11 (3), s. 601-617.

Usta, A. (2010). Kamu Görevlisinin Etik Amaç ve Ahlaki Yükümlüğüne Yönelik Bir Değerlendirme, Türk İdare Dergisi,468

Ünal, A., Çelik, İ.T. (2010). Çalışma ahlakı kavramına kültürel bir bakış ve Türkiye’de çalışma ahlakı, Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (1), s.227

Whitty, S.J., Schulz, M.F. (2007). The impact of Puritan ideology on aspects of project management, International Journal of Project Management, 25, s.10-20

Watergate (t.y.). 03.05.2012 tarihinde http://tr.wikipedia.org/wiki/Watergate_skandalı adresinden erişildi.















































  

Bilgi nedir ?


Nesnelerin, mekanların ve ilişkilerin devinim hızının başımızı döndürdüğü bir “geçicilik çağı”nda, bir “ad hoc toplumu”nda (Toffler, s.61) yaşamaktayız. Bu çağa bir “aşırılıklar çağı”ndan geldik. Modernlik sonrası herşeyin hızla eskidiği bu çağda teknoloji adeta başat bir din haline, bireyler de birer teknofil'e dönüşmektedir (Postman, 2009). Bu dönüşüm, cevap temelli bir toplumdan soru temelli bir topluma, metin odaklı bir toplumdan görsel odaklı bir topluma, matbaanın yarattığı tipografik insan prototipinden bireyin edilgenleşerek bir “seyirci”ye dönüşümüdür.  Bu dönüşüm içinde bilgi toplumu sanısıyla yaşarken, insan merkezli olması gereken bilgiyi nesne-merkezli bilgiye dönüştürmekte,  kendimizi gerçek bilgiden uzaklaştırarak nesneler üzerinden anlamlandırmakta, artan veri yığınları arasında adeta boğulmaktayız.        
Bu konjonktür bizi, veri ve enformasyon yığınları arasından bilgiyi ve “anlam”ı çıkarabilecek/üretecek kuram ve teknolojiler üretme noktasına sürüklemektedir. Önümüzdeki birkaç on yılda veri biliminin yıldızının parlayacağı beklentisinin arka planında da bu dürtü yatmaktadır. Veri ve enformasyon yönetimi ile istatistik bilimini bizi bu kaostan kurtaracak bir kurtarıcı olarak görmekte kısmen haklıyız çünkü büyük veri yığınlarından enformasyon üretmek ve buradan üretilen bilgilerle etkin kararlar verebilmek konusunda oldukça ilerledik. (Harvard Businees Review, 2012). İşletmeler açısından bilgi üretimi ve yönetimi teknolojinin yardımıyla çözülebilir bir sorun gibi görünmekte, ancak birey bazında düşünüldüğünde ise bilişsel yapılarımızın farklılığı  nedeniyle sorun daha kompleks bir hal almaktadır. Neticede birçoğumuz, günlük yaşantımızda bu veri yığınlarının nasıl anlamlandırılacağını bilmemekte ve enformasyon batağından bilgiyi çıkarabilecek kişisel birikime de nadiren sahip olmaktayız.  
Bir zamanlar -en azından Batı dünyasında, bilginin gerçeği tanımlayabileceği ve sabitleyebileceği, böylece insanların beynine doğrudan aktarılarak onların sosyal yaşamlarında ve iş hayatlarında etkin bir şekilde faaliyet göstermelerine imkan verileceğine inanılırdı ( Dervin,1998). Bu düşüncenin doğal bir sonucu olarak kullanıcılara, gerçek beklentilerinden uzakta, sistem odaklı olarak tasarlanan bilgi kaynaklarından, kullanıcılara tek yönlü olarak enformasyon aktarıldı. İletişimin çift yönlü yapısına aykırı olan ve bilgiyi nesneye hapseden bu anlayış geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinden itibaren fenomenolojinin de etkisi ile – ve ironik bir şekilde bilgisayar teknolojilerinin gelişmesine paralel olarak, birey odağına geçmeye başladı (Wilson,2000). Böylelikle sistemler, kullanıcı merkezli tasarlanmaya ve kullanıcı ile sistem arasındaki iletişim çift yönlü olarak işlemeye, en azından işletilmeye çalışılmaya başlandı. Daha önce sorulmayan sorular böylelikle gündeme geldi. Bireyler olarak bilgiyi nasıl yaratmalı ve onu nerede aramalıydık? Devasa yığınların içine saklanmış anlamı nasıl yakalayabilirdik, nasıl daha doğru kararlar alabilir, böylelikle hem kendimizi hem de çevremizi daha iyi nasıl anlamlandırabilirdik?  “Kullanıcılar, izleyiciler, müşteriler, hastalar, işverenler, işçiler “gerçekte” ne düşünüyorlar, ne hissediyor ve istiyorlar, neyi hayal ediyorlardı ?” (Dervin, 1998,s.39). Söz böylelikle nesneden özneye, sistemden kullanıcıya yani bireye geçti. 


Bilginin işleyen tanımı

Fahey ve Prusak (1998), bilgi yönetiminde “on bir ölümcül hata” arasında “bilginin işleyen bir tanımı”nın geliştirilememesi olduğunu daha birinci sırada zikreder. Şayet bilgi, veri ve enformasyondan ayrı bir kavram değilse, bu durumda bilgi yönetiminde yeni ve enteresan bir husus bulunmadığını, birçok yöneticinin bu kavramların arasındaki farklara ( bilgi, enformasyon ve veri arasındaki ) ve yol açtıkları farklı etkilere karşı ilgisiz olduklarını, 1960’lı yıllardan itibaren işletmelere yönelik üretilen teorilerin, kuramların yöneticilerde şüpheyle karşılandığını ve birçok işletmede bilgiyi destekleyen değil, bilgi karşıtı bir kültür oluştuğunu ifade etmişlerdir.

Uçak (1997), bilgi arama davranışını “farkına varılan bir bilgi gereksiniminin karşılanmasıyla ilgili dürtünün yerine getirilmesi için yürütülen bireysel bir etkinlik” olarak tanımlamakta “bilgi arama; bilgi kaynakları arasından, gereksinimlere en uygun olan bilgiyi tanımlama ve seçme işlemidir” demektedir. Bu tanımda bilgi arama davranışının “bireysel” bir eylem olarak belirtilmesi kayda değer bir husustur. Wittgenstein (1958), bilginin “bireysel” yapısına vurgu yaparak onun genellikle sahibinin elinde olduğunu ve bir kavrama onun kullanış biçimine göre anlam verildiğini belirtir. Bu tanımlama bize bilginin neden bu kadar fazla tanımının da yapılmış olduğunu izah etmektedir. Dervin’in (1998), Clark’tan aktardığı şekilde belirttiği gibi, bilgi yönetiminin umut veren yeni tanımı “problemleri çözmek için yeni bir yol…karşılıklı ilişki, karmaşıklık ve bağlam tarafından etkilenen yeni bir stratejik perspektif”tir. Dervin (1998) bilginin geleneksel tanımına karşılık yeniden kavramsallaştırılmasının, artan rekabet ve gelişen teknoloji nedeniyle insanların kaosa karşı düzen, merkeziyete karşı çeşitlilik sunabilmeleri için bir gereklilik olduğunu ifade eder.   

Bilginin geleneksel kabul gören ve daha çok enstrümantal olan tanımında, enformasyon/bilgi bir “eylem” olarak değil bir “isim”, bir “şey”, elde edilen, depolanan, çıktılar elde etmek için kullanılan varlıklar olarak görülmekte ve bu nedenle gerekli çıktıları sağlayacak teknolojilere, çıktılara, rutinlere, izolasyona, merkeziyete, açık bilgiye ve itaate odaklanılmaktadır. Bilgi yönetimi kavramının bu geleneksel çerçevesinde, sorulara yanıt vermek, homojenlik ve merkeziyetçilik önem arzeder (Dervin, 1998). Bu tanım, bilgiyi sabitleyen ve şüpheci sorgulamalara kapatan bir tanımdır.

“İletişimin içeriği”ni taşıyan birer araç olan nesneleri/sistemleri hatalı bir şekilde bilgi içeriği ile örtüştüren geleneksel tanıma zıt olarak, bilginin uzay-zaman içinde bir eylem olarak kabul edilmesi, bilgiyi dinamik bir çevrede sürekli yenilenen ve durağanlığın karşısında bir kavram olarak tanımlar. Bu tanıma göre bilgi, bilişsel yapımızda “an”da yarattığımız ve mütemadiyen değişen soyut bir tasarım “ürünü”dür (Dervin, 1998). Nesneleri ve olayları ancak kendimize özgü geçmişimiz, deneyimlerimiz, bilişsel yapımız, kimliğimiz vb. ile gözlemlediğimiz ve gerekçelendirdiğimiz için “bilgi her türlü soyut ya da evrensel biçimde doğru olan bir şey olmaktan çok gerçeğin yapılandırılması olmaktadır.” ( Krogh, 2002, s.16). Bu yenilikçi tanımda bilgi, içerik taşıyıcı bir araç olan kitap, doküman, multimedya dosyası, web sayfası vb.den tamamıyla farklıdır.          
Bilginin yeni tanımı sorularımızı çeşitlendirmektedir: Bilgi yönetiminin, geleneksel bilgi tanımındaki gibi içerik taşıyıcı nesneleri yönetmekten öte, hayatımızı anlamlandırmamıza ne gibi katkıları olabilir ? Bilgiyi yönetmek sadece teknolojik ve akademik bir uğraş mıdır, yoksa günlük yaşamdaki sorunlarımızı da çözerek hayatımızı anlamlandırmamıza ve yönetmemize imkan sağlayacak bir araç mıdır ? İşletmelerde/kurumlarda, eğitim sisteminde ve günlük yaşantımızda bilgiyi yönetmekten ziyade onu üretmeye odaklanmak daha doğru bir yaklaşım değil midir ? Bilgiyi nasıl üretebiliriz  ?   

Bilgiyi yeniden üreterek onu, değersiz ve hayatımıza hiçbir değer katmayacak, sorunlarımızın çözümüne katkı sağlamayacak “şey”lerden, lüzümsuz malumatlardan, kakafoni’den temizleyebilir, “şey”leri anlamlandırarak problemlerimizi çözebilir ve hayatımızın gerçek efendisi olabiliriz. Metaforlar, modeller sadece teknolojik sistemlerin tasarımı için değil hayatımızı anlamlandırmamızda da bize çok ciddi faydalar sağlayabilirler. Ancak bu “temizlik” için fenomenolojinin, semiolojinin, semantik gibi “anlam”ı odağına alan bilim dallarının kılavuzluğuna ihtiyacımız bulunmaktadır.



*Teknofil: Teknoloji seviciliği


24 Şubat 2013 Pazar

Anlamsal Web ve Birbiriyle Konuşan Bilgi Nesneleri

Anlamsal Web ve Birbiriyle Konuşan Bilgi Nesneleri
(Semantic Web and Knowledge Objects That Talk Each Others)  

Jorge Luis Borges, şimdiye kadar yazılan ya da yazılmış olabilecek bütün kitapları içeren bir hayali kütüphaneyi tasvir etmektedir (Gelecek 50 Yıl, s.249). MIT’de profesör ve sanal zeka araştırmacısı olan Minsky de insanların gelecekte, bir zamanlar kitapların birbiriyle konuşmadığı kütüphaneler olduğu fikrini işittiklerinde şaşkınlık duyacakları tahmininde bulunmaktadır ( Books that talk, t.y.). Baraniuk (2006) ise, bir an için dünyadaki bütün kitapları aldığımızı, bu kitapların tüm sayfalarını yırttığımızı, bu sayfaları sayısallaştırdığımızı, sonra da bunları küresel bir depoda sakladığımızı, ardından tüm bu malzemeleri insanların üzerlerinde değişiklik yapmaları üzerine erişime açtığımızı hayal etmemizi, böylelikle bir kitabın yeni bir baskısının iki senede bir değil de her 25 sn’de bir çıkarılabileceğini ifade etmektedir.


Dünyadaki kütüphanelerde bulunan kaynakların içeriklerinin anlamsal olarak birbirine bağlandığı bir dünyada Borges’in tasvirine yaklaşmak ne ölçüde mümkün olabilir ? Dokümanlar için evrensel bir alan olan Web, veriler için de bir veri tabanına dönüştürülebilirse-ki Berners’in anlamsal web tanımı budur, Borges’in tasviri gerçeğe dönüşebilir mi ? Temel amacı, tüm internet ortamını bir veritabanı olarak kullanmak olan ve semantik web’in dolaylı bir tanımını da içeren web’in mucidi Tim Berners Lee’nin "Web için bir hayalim var, öyle ki bilgisayarlar web üzerindeki bütün veriyi, içerikler, linkler ve insanlarla bilgisayarlar arasındaki bütün işlemler gibi, analiz etmeye muktedir olacaklar. Henüz ortaya çıkmamış olsa da, ortaya çıktığı zaman Semantik Web ticaretin günlük mekanizmaları, bürokrasi ve günlük yaşamlarımız birbiri ile konuşan makineler tarafından yürütülecek. İnsanlığın asırlardır konuşup durduğu 'akıllı ajanlar' nihayet gerçekleşecek" ifadesi, Borges’in tasvirinin Semantik Web ile bir ölçüde gerçekleştirilebileceğinin ön işaretlerini vermektedir (Anlamsal Ağ, t.y.). Dolayısıyla Borges, Minsky, Baraniuk gibi entelektüel/bilim insanlarının bu tür düşünceleri bir fantezi olarak değil yaklaşan gerçeğin ayak sesleri olarak algılanmalıdır.  

Statikte olsa günümüzde kitaplar ve multimedya ürünleri içerik taşıyıcı nesneler (bilgi nesneleri) birbirleriyle konuşmaktadır. Referanslar, bibliyografyalar, indeksler, notlar, hyperlinkler kitapların, dokümanların çok sınırlı da olsa bir ölçüde ve bir şekilde birbirleriyle konuşabildiğinin göstergeleridir. Ancak bu “konuşma” çok sınırlı ve içerik olarak da çok yüzeyseldir. Anlamsal web teknolojisi kullanan sistemlerin günden güne artmasıyla, bu teknolojilerin sağladığı etkili sınıflandırma ve endeksleme yöntemleri ile sayısal kütüphanelerde bulunan çoklu ortam veri içeriğine ulaşım ve sayısal kütüphaneler arası birlikte işleyebilirlik kolaylaşacaktır (10 Semantic Apps to Watch). Bu konudaki bu kadar yoğun ilginin nedeni bir gün anlamsal web’in bugünkü web kadar birçok alanda çok geniş bir etki oluşturacağına olan ortak inançtır. Bu inanç doğrultusunda, “sözdizimsel web” veri altyapılarına sahip sistemler, semantik web teknolojisi altyapısına dönüştürülmektedir.

Günümüzde mevcut bilgilerin %20’sinin yapısal, %80’inin ise yapısal olmayan metin halinde olduğu belirtilmektedir. Öte yandan Gelernter’e göre (2008) ise, yine enerjimizin yaklaşık %80’ini ( birçok farklı yoldan) biçim için, %20’sini ise içerik için tasalanmaya harcamaktayız ve elli yıl sonra bu orantı tersine dönecektir. Semantik web’de bir değer yaratabilecek her bir verinin yapılandırılmış olma zorunluluğu her bir içeriğin başlangıçta bu şekilde yapılandırılmasına neden olacak, böylelikle de bizler gelecekte şekilden çok içeriğe odaklanarak daha hızlı ve kaliteli enformasyon ve bilgi üretebilme imkanına kavuşabileceğiz. (Fensel,2005) 

Web teknolojisi içeriğine temel oluşturan yapılar, insanların okuması, anlaması ve kullanımı için metin blokları ve bunların içine serpiştirilmiş, resimler ve veri giriş formları gibi çoklu ortam nesnelerinden HTML ile tasarlanmış ve geliştirilmiş yapılardır. Belge odaklı olan bu yapı, Web 1.0 olarak tanımlanmış ve geçtiğimiz yüzyılın son on yılı boyunca etkili olmuştur.  Sonraki on yıl boyunca ise etkileşimli ve insan odaklı ancak yine metin tabanlı bir sistem olan Web 2.0 etkili olmuş,  verilerin dramatik seviyeleri bulan artışıyla birlikte bu yapı da neticede yetersiz kalmıştır. Böylelikle Web’de bulunan içeriklerin makinalar tarafından okunur ve anlaşılabilir hale dönüştürülmesi için yeni bir modele gereksinim duyulmuş ve Web 3.0 ya da onun bir bileşeni olan Semantik Web kavramı bu şekilde ortaya çıkmıştır. Anlamsal web ile web üzerindeki tüm bilgiler en azından teorik düzeyde yazılımlar tarafından anlaşılabilir ve anlamlandırılabilmekte, bunun sonucunda ise yazılımlar dolayısıyla makinalar, yeni bilgiler üreterek daha “zeki” olmaktadırlar. 

Cevap temelli bir toplumdan soru temelli bir topluma geçtiğimiz bu yüzyılda anlamsal web, bu yeni toplumsal yapının bilgi ihtiyacını karşılayarak bizleri veri okyanusunda boğulmaktan kurtaracak en güçlü adaylardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.

Veri Okyanusu: Neden “anlamsal” bir yapıya ihtiyacımız var?

2012 yılı itibarıyla dünya nüfusunun yaklaşık %34’ü ( 2,5 Milyar kişi) internet kullanmaktadır (Internet usage,t.y.)
İnternet kullanımına paralel olarak gerek akıllı mobil telefon ve tablet cihazların kullanımının yaygınlaşması, gerekse evlerde kullanılan her bir cihazın (sayaçlar, beyaz eşyalar, aydınlatma sistemi vb.) akıllı elektronik cihaza dönüşmesi ve bu akıllı cihazların (IED’lerin) hem bir HAN içinde ( Ev Alan Ağı) hem de bir “Smart Grid” içinde birbirleriyle ve merkezle haberleşmesi (M2M), sabit ve mobil şebekeler üzerinden taşınan veri büyüklüklerini şaşırtıcı düzeylerde arttırmaktadır. Kullanıcıların mobil cihazlar üzerinden daha fazla veri kullanımı ( video, ses, medya uygulamaları gibi ) gereksinimi şebekelerin merkez sistemlerin yapısında ciddi etkilere neden olmaktadır.  2015 yılına kadar, mobil veri trafiğinin 6.3 exabyte’a ya da aylık yaklaşık 1 milyar gigabyte’a çıkması öngörülmektedir. Mobil veri trafiği sabit hatlar üzerindeki trafiğe gore daha hızlı artmaktadır (CISCO,2011). 


2010 yılında veri trafiği %159 artmıştır ve bu oran sabit hatların 3,3 kat daha fazladır. Öte yandan bireysel mobil ve endüstriyel kullanıcılar kadar, evlerde kullanılan akıllı cihazların bir şebeke ile birbirlerine bağlanarak bir ağ (HAN-Ev Alan Ağı) oluşturmaları ve merkez ofisle M2M ( Makinadan Makinaya Haberleşme) haberleşmeleri veri boyutlarını ve bu verilerin kalitelerinin anlık ölçümlerinin önemini arttırmaktadır. M2M veri trafiğinin 2009-2015 yılları arasında yaklaşık 50 kat artması beklenmektedir  (CISCO,2011).



Tablo-1: Mobil iletişim kaynaklı veri artışı ve detay dağılımı

Yukarıdaki öngörülerden de açıkça anlaşılacağı üzerinde insanoğlunu veri ve enformasyon yığınları arasından çekip çıkarabilecek teknolojiler üretilmesi kaçınılmaz görünmektedir. Önümüzdeki birkaç on yılda veri biliminin yıldızının parlayacağı beklentisinin arka planında da bu yatmaktadır. Veri ve enformasyon yönetimi ile istatistik bilimini bizi bu kaostan kurtaracak bir kurtarıcı olarak görüyoruz. Karar verme kültürümüzü değiştirebilirsek bunu pekala başarabiliriz. Çünkü büyük veri yığınlarından enformasyon üretmek ve buradan üretilen bilgilerle etkin kararlar verebilmek konusunda oldukça ilerledik. (Harvard Businees Review, 2012). Anlamsal web, tüm bunların bir adım ileri götürülmesinde büyük bir potansiyele sahip gibi gözükmektedir.

Kaynakça

AbdEl-atey,A., El-etriby,S., Kishk,A. (2011). Constructing Semantic Web Form from Unstructured Web Page. International Journal of Computer Applications, 30/10.

Akyokuş,S. (2007). Anlamsal Web, Anlamsal Web Dilleri ve Araçları 22.12.2012 tarihinde http://vdb.gib.gov.tr/edirnevdb/kultur/ppt/anlamsal_web_rdf_dc_owl.ppt adresinden görüntülendi.

Anlamsal Ağ (t.y.). 18.12.2012 tarihinde http://tr.wikipedia.org/wiki/Anlamsal_ağ adresinden görüntülendi.

Barbera, M.(t.y.). Linked data. 12.12.2012 tarihindee http://www.slideshare.net/barbz79it/linked-data-some-social-challenges-13386395 adresinden görüntülendi.

Books that tlak each other (t.y.). 21.12.2012 tarihinde http://www.lib.jmu.edu/edge/Spring2001(1)/article3.asp adresinden görüntülendi.

Bradley, A. (2011). SEO, the Semantic Web and Information Discovery. 19.12.2012 tarihinde http://www.seoskeptic.com/seo-semantic-web/ adresinden görüntülendi.

Breslin, J.G, Passant,A., Vrandec, V.(t.y). Social semantic web. 24.12.2012 tarihinde  http://www.johnbreslin.org/files/publications/20110624_hswt2011.pdf adresinden erişildi.

CISCO Cisco Visual Networking Index: Global Mobile Data Traffic Forecast Update, 2010–2015
D2R (t.y.). 22.12.2012 tarihinde http://d2rq.org/d2r-server adresinden görüntülendi.

dotNetRDF (t.y.). 22.12.2012 tarihinde http://www.dotnetrdf.org/content.asp?pageID=Using%20Virtuoso%20Universal%20Server adresinden görüntülendi.

Ege, B. (2011). Yeni bilgi modelleme ve programlama felsefesiyle semantik web. Tübitak Bilim ve Teknik.

Fensel, D. (2005). Spinning the Semantic Web : Bringing the World Wide Web to Its Full Potential. MIT Press.

Gelernter, D. (2008). Gelecek Elli Yıl. NTV Yayınları. İstanbul. 8.Baskı

Harvard Businees Review. (2012). Büyük veri: yönetim devrimi, Sayı:1, s.74

Hausenblas, M., Halb, Wolfgang., Raimond, Y., Heath, T. (t.y.). What is the Size of the Semantic Web? 05.01.2012 tarihinde http://tomheath.com/papers/hausenblas-isemantics2008-size-of-semantic-web.pdf adresinden erişildi.

Hyvonen,E., Viljanen,K., Tuominen,J., Sepp¨al¨,K. (t.y.)
Building a National Semantic Web Ontology and Ontology Service Infrastructure-The FinnONTO Approach. 23.12.2012 tarihinde http://videolectures.net/eswc08_hyvonen_bn/ adresinden görüntülendi.

Internet usage (t.y.). World internet usage and population. 23.12.2012 tarihinde http://www.internetworldstats.com/stats.htm adresinden görüntülendi.

Kara, G., Cömert, Ç (2011). Ulusal konumsal veri altyapısı için semantik veri tanımlama. TMOOB coğrafi bilgi sistemleri kongresi. Antalya.

Protege (t.y.). 23.12.2012 tarihinde http://protege.stanford.edu/ adresinden görüntülendi.

PWC. (2009). Semantic web in the enterprice. 29.12.2012 tarihinde http://www.pwc.com/en_US/us/technology-forecast/assets/PwC-Tech-Forecast-Spring-2009.pdf adresinden görüntülendi.

Spivack, N. (t.y.). Minding the Planet: The Meaning and future of the semantic web. 23.12.2012 tarihinde http://lifeboat.com/ex/minding.the.planet adresinden görüntülendi.    

Ten Semantic Apps to Watch. 01.12.2012 tarihinde http://readwrite.com/2007/11/28/10_semantic_apps_to_watch
adresinden görüntülendi.

Tonta, Y. (2010). BT Haber Platform Bilgi ve Doküman Yönetimi. İTÜ Süleyman Demirel Kongre Merkezi.İstanbul.

Vanitha,K. Yasudha,K., Soujanya,K.N., Venkatesh,M.S.,  Ravindra,K.,  Lakshmi,S.V. (2011). The Development Process of the Semantic Web and Web Ontology. International Journal of Advanced Computer Science and Applications. 2/10.

W3C, linked data (t.y.). 23.12.2012 tarihinde http://www.w3.org/standards/semanticweb/data adresinden görüntülendi.

W3C, ontologies (t.y.). 21.12.2012 tarihinde http://www.w3.org/standards/semanticweb/ontology adresinden görüntülendi.

Bu Blogda Ara