Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

17 Kasım 2013 Pazar

Anlamlandırma ve Dershanelerin Dayanılmaz Hafifliği

Son günlerde alevlenen dershane tartışmasının siyasi mahiyeti ve eğitim sistemini düzeltmeye yönelik olmadığı çok açık. Meselenin bir “güç” mücadelesi olduğunu da biliyoruz. Eğitimdeki asıl sorunun “anlamlandırma” sorunu olduğunu ise maalesef pek azımız görüyor. Öğretmenlerin ve öğrencilerin anlamlandırma sorunu !
Nedir anlamlandırma? Öğretmen ve öğrenciler arasında “gap” yani fark nasıl oluşur? Bu “gap” nasıl giderilebilir? Bu hususları anlamadan ve çözüm üretmeden dershaneleri kaldıralım/ kaldırmayalım tartışması çok güdük kalıyor. 
Tartışmaya farklı bir açıdan yaklaşmak ve dilimizi bilimin diliyle keskinleştirmek kaçınılmaz. Doğrudan konuya girelim o halde, göstergebilimle !   
Göstergebilim, iletişim süreci ve etkinliği konusunu bir yana bırakıp iletişimde “anlam” sorunuyla ilgilenir ve göstergebilim modelleri “yapısal” modeller olup anlam yaratmada iletişimdeki öğeler arasındaki ilişkileri işaret eder. Dervin tarafından, fenomenoloji ve göstergebilim (semioloji) alanlarının etkisinde geliştirilen anlamlandırma (sense-making) metaforu, özellikle 1980’li yıllardan itibaren bilgi arama davranışları konusunda en etkili metodolojilerden birisi olmuştur.       
Dervin’in anlamlandırma metaforunda önemli bir yer tutan “yapı” (structure) kavramı, temelde bilişsel düşünceyi bir yansıtma olarak değil, bir yapım (construct) ve üretim hareketi olarak görmektedir. Bir eylem olarak bilgi, bireyin uzay-zaman boylamında “an”daki hareketiyle tasarımlanır. Bizim eğitim sistemimizde yıllardır anlayamadığımız bir husustur bu.
Anlamlandırma metodolojisinin amacı, iletişim için sistemlerin ve pratiğin daha iyi bir tasarımını mümkün kılmaktır. İletişimin yalnızca insanlar arasında olmadığı,  insanlarla diğer canlılar/makineler/nesneler arasında veya tüm bunların birbirleri arasında da olabildiğide ayrıca dikkate alınmalıdır. Alıcı aynı zaman da bir verici de olabilir veya aynı anda bir alıcı-vericidir. Her durumda iletişim, uzay-zaman içinde ve çift yönlü olarak inşa edilir.

Şekil-1: Çift yönlü iletişim modeli
Anlamlandırma metodolojisinin amacına uygun olarak ve anlamlandırma metaforu üzerinden, eğitmen (öğreten) ve öğrenci (öğrenen) arasındaki iletişim analiz edilebilir, böylelikle daha etkin bir iletişim için nasıl bir sistem ve pratiğin olması gerektiği anlaşılabilir. İletişimdeki her iki kaynağın da birer alıcı-verici olduğu bir sistem Dervin’in Anlamlandırma Metaforunun yeniden yorumlanması ile aşağıdaki gibi kurgulanabilir:
   
Şekil-2: Dervin’in Anlamlandırma Metaforundan Uyarlama
Bilgi arama davranışının temel amacı anlamlandırma suretiyle bilgi üretmektir. Bunun için ilk koşul gereksinimin farkına varılmasıdır ki bunu “durumsal farkındalık” olarak ifade edebiliriz. Endsley’e göre; durumsal farkındalık, çevredeki bileşenlerin uzay-zaman bağlamında algılanması, anlamlarının kavranması ve yakın gelecekteki durumlarını öngörme olarak tanımlanmaktadır. Durumsal farkındalık, basitçe içimizde ve/veya çevremizde ne olup bittiğini bilme durumu olarak da tanımlanabilir. Her bir eylemin anlamlandırma ile sonuçlanmadığı ve bireylerin sıklıkla “anlamlandıramama” sorunuyla karşılaştıkları günlük yaşantımızda bilinen bir olgudur.
Yukarıdaki şekilde sol tarafta eğitmenin, sağ tarafta ise bir öğrencinin olduğu bir iletişim ortamı kurguladım. Bu düzende, sol tarafta bulunan eğitmen bir anlamlandırma sürecine girmiş ve sağdaki öğrenciye yönelik bir “köprü” oluşturmuşken, öğrenci herhangi bir nedenle “anlamlandırma sorunu” yaşamaktadır.       
Hem eğitmen hem de öğrenci, uzay-zaman içinde birer bilgi alıcı-vericisidir. Her ikisinin de benimsedikleri öğrenme stili/leri bulunmaktadır ve her ikisi de çoklu zeka kuramına göre bir ya da birden fazla zeka türüne sahip olabilmektedir. Bu örnekte eğiticinin, konuyu gerektiği şekilde aktardığını ancak öğrencinin ise konuyu anlamlandırmakta ve/veya sorununu aktarmakta başarılı olamadığını varsayalım. Gerek eğitmen gerekse öğrenci, şayet kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık” içerisinde değillerse, soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. İletişimdeki sorunun kaynağını analiz edebilmek için eğitmen ve öğrenci, kendilerine bazı temel soruları sormak durumundadır. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı, her ikisinin farklı zeka türlerine sahip olmaları ve bunun durumsal farkındalığında olmamalarıdır çoğunlukla.     
Bu kez yukarıdaki metaforda gösterilen eğitmenin dilsel zekaya sahip ancak sosyal zekaya sahip olmayan bir eğitmen olduğunu, karşısındaki öğrencinin de sosyal zekaya sahip bir öğrenci olduğunu düşünelim. Bu durumda eğitmen öğrencinin konuyu “anlamlandıramama”sını olumsuz, dolayısıyla öğrenciyi başarısız olarak değerlendirebilecektir. Benzer şekilde öğrenci de eğitmen ile ortak bir iletişim dili kurmakta zorlanabilecektir. Bu ise iletişim başarısızlıkla sonuçlanmasına, yani iletilmesi istenilen mesajın yerini bulmamasına neden olacaktır. Günümüz eğitim sistemindeki en temel ve muhtemelen de en önemli sorunlardan birisi, gerek eğitmenlerin gerekse öğrencilerin sahip oldukları zeka türleri hakkında farkındalıklarının olmaması ve farklı zeka türlerine göre öğrenme ve öğretme stillerini oluşturamamış olmalarıdır bence.    

Bilgi davranışında fark (gap) yaratabilecek diğer bir unsur ise öğrenme stilleridir. Öğrenme stili, bir bireyin yeni bilgi ve becerileri, doğal ve daimi olarak tespit etmesi, işlemesi ve özümsemesi olarak tanımlanmaktadır. Gerek eğitmenin gerekse öğrencinin kendi öğrenme ve/veya öğretme stilini bilmesi, öğrenme ve öğretmede iletişimin etkinliği açısından merkezi önemdedir. Öğrenme modelleri arasında kabul gören modellerden biri olan Kolb Öğrenme Stili Modeli, Dervin’in anlamlandırma metaforuna benzer şekilde ve “diğer bilişsel öğrenme kuramlarından farklı olarak, öğrenme sürecinde yaşantıların önemini vurgulayan ve öğrenmenin yaşantı, biliş, algı ve davranışın bileşimi olduğunu savunan Yaşantısal Öğrenme Kuramına (Experiential Learning Theory) dayanır”.
Kolb modeline göre, eğitmenler ve öğrenciler dahil herkesin yerleştiren (accomodator), özümseyen (assimilator), değiştiren (diverger), ayrıştıran (converger)  olmak üzere dört öğrenme biçiminin bileşeni bir öğrenme stiline sahip olduğu kabul edilmektedir. Bu durumda, öğrenme stili kaynaklı iletişimde oluşan fark örneği olarak aşağıdaki tablo verilmektedir:    
 
Tablo-2’de gösterildiği şekilde yerleştiren bir öğrenme stiline sahip eğitmenin teknik analizler yerine insanlarla diyalog sonucu bilgi edinmeyi tercih etmesi beklenir. Ancak karşısında ayrıştıran bir öğrenme stiline sahip bir öğrenci olması durumunda bu öğrencinin sosyal ilişki geliştirmek yerine teknik konularla ilgilenmeyi tercih etmesi Eğitmen ve öğrenci arasında bir fark yaratabilecek ve karşılıklı olarak mesajların tam olarak iletilmemesi ile sonuçlanabilecektir. Zeka kaynaklı farkta olduğu gibi burada da gerek eğitmen gerekse öğrenci, kendi durumları ile ilgili tam bir “durumsal farkındalık” içerisinde değillerse soruna çözüm bulmaları mümkün olamayabilir. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi davranışı farkı her ikisinin farklı bir öğrenme stili bileşenine sahip olması ve bunun durumsal farkındalığında olmamaları olabilir.  Benzer şekilde eğitmen kendi eğitim tekniği konusunda da bilgi sahibi olmalıdır. Kendi öğrenme modeli ve sahip olduğu zeka çeşitleri konusunda bilgi sahibi olan bir eğitmen, karşısındaki öğrencilerin öğrenme stillerine göre eğitim tekniğini belirlemek durumundadır.        

Fark yaratabilecek diğer bir unsur ise dış “uyaranlar”dır. Dunn&Dunn Öğrenme modeli, Gardner çoklu zeka kuramı ve Kolb öğrenme modellerinde belirtilmeyen kimi uyaranları içermektedir. Bu uyaranlar aşağıdaki şekilde gösterilmektedir.


Eğitmen ve öğrenci, zeka, öğrenme stili ve öğretme stillerine ilişkin tam bir durumsal farkındalık içerisinde olsalar da, iletişim kimi çevre uyaranları nedeniyle de engellenebilir. Dunn ve Dunn modelinde belirtilen bu unsurlar diğer unsurları genelde tamamlayıcı niteliktedir ve iletişimdeki sorunu analiz etmeye yardım edecek unsurlar içerir. Özellikle psikolojik uyaranlar başlığı altında belirtilen unsurlar zeka çeşitleri ve öğrenme stilleriyle benzerlikler taşısa da diğer unsurlar fark ( gap) yaratan unsurlardır. 
“Ba”nın yokluğu
Eğitmen ve öğrenci arasındaki etkinliğin temel amacı “bilgi üretimi”dir. Karşılıklı bir iletişimin bir bilgi üretmesi için ortamın bilgiyi destekleyici bir ortam olması gerekir. Eğitmen ve öğrenci arasındaki iletişimin, fiziksel, sanal ya da zihinsel tüm kanallarının açık olması ve bu kanalların daimi olarak açık tutulmasının desteklenmesi bilgi üretimi için olmazsa olmaz şartıdır. Japonca’da “ba” (ya da yer) kelimesi, “fiziksel, sanal, zihinsel ya da daha büyük bir olasılıkla her üçünün bir karışımı olan” bir  ortamı ifade etmektedir. Bilginin daha önce yapılan tanımında da belirtildiği şekilde dinamik yapısı, uzay-zaman içindeki ilişkisel yapısı ve insanlara bağlı olması onu “ba”nın yani bilginin bulunduğu ortamın bir parçası yapar. Şayet bir kurumda/işletmede/ülkede bilgiyi destekleyici ortam yani “ba” yoksa orada bilginin sistematik üretiminden de söz edilemez. Eğitmen ve öğrenci arasındaki bilgi üretimi sürecini etkin kılabilmek için bilgiyi desteklemenin bir vizyon olarak benimsenmesi, iletişimin yönetilmesi, bilgi eylemcilerinin ( burada eğitmen ve öğrenci) harekete geçirilmesi, doğru bir ortam oluşturulması ve üretilen bilginin prototipinin oluşturularak yerelden küresele dönüştürülmesidir.           
Günümüzde özellikle yüksek eğitim sisteminin tüm dünyada bir kriz içinde olduğu kabul edilmektedir. Gerek kişi başına düşen eğitim harcamalarının yüksekliği, gerekse eğitim kalitesinin düşüklüğünün neden olduğu faydaların göreli azlığı, çözülmesi gereken büyük bir sorun teşkil etmektedir.  
Eğitimin içinde bulunduğu krizin en temel nedenlerinden birisi eğitimin kişiye özel olarak tasarlanamaması ve bir kitle üretimi mantığı ile bireylere sunulmasıdır. Her bir bireyin farklı zeka türlerine haiz olabildiği, farklı öğrenme ve öğretme stillerinin olduğu bilinmektedir. Hal böyle iken tüm bireylere tek tip bir öğrenme stilinin dayatılması, bu stile uyum sağlayamayan birçok bireyin “başarısız” olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır.
Bilginin, alıcıya tek taraflı olarak iletilmesi ile değil ancak çift taraflı ve aktif bir şekilde iletişimle ve bilgiyi destekleyici bir ortamda üretilebileceği kabulünden hareketle, bilgi üretiminin (öğrenmenin) zeka türlerine, öğrenme stillerine, uyaranlara, eğitim tekniği ve materyallerine göre bilgi üretimini destekleyecek bir “ba” ortamı içinde tasarlanması gerekmektedir.

Çift yönlü iletişimin önündeki engellerin kaldırılmak suretiyle çözüm pratiklerinin oluşturulması ve böylelikle kişiye özel eğitim tasarımı için;
-          Belirli bir evrende eğitmenlerin ve öğrencilerin veya bilgi üretiminde bulunan bireylerin ne tip zekaya/lara sahip oldukları,
-          Nasıl bir öğrenme ve/veya öğretme stillerine sahip oldukları,
-          Zeka türü ile öğrenme stili ve/veya öğretme stili arasında nasıl bir ilişki olduğu,
-          Çevre unsurlarının bireysel bazda analizi,
-          Bu unsurların birbirlerine olan etkileri,  
-          Eğitim materyallerinin bunlara göre tasarımı gerçekleştirilmelidir.


HAKAN YILDIZ, Kasım 2013

Hiç yorum yok:

Bu Blogda Ara