Canimus surdis: Sağırlar için şarkı

2 Ağustos 2025 Cumartesi

Kötülüğün Sıradanlığından Neşe Dolu Kötülüğe


Naziler, toplama kampları, fırınlar, gaz odaları... Bu kelimelere General Patton, Schindler’in Listesi, D-Day, Piyanist gibi yüzlerce Hollywood filminden aşinaydım. Benim kuşağım bu anlamsız savaşın yıkımını doğrudan yaşamamıştı. Dolayısıyla birçokları gibi benim de savaşa ilişkin düşüncelerim doğrudan edinilmiş düşünceler değildi; okuduklarım ve izlediğim sinema ve dizilerden elde edilmiş, yani acıyla içselleşmemiş yüzeysel bilgilerdi. Soykırım ya da İkinci Dünya Savaşı'nda muzafferlerin abartılı zaferlerini anlatan ve acıları "şey"leştiren filmlerin ruhumdaki tahribatı sayesinde başkalarının acılarını, ayaklarımı uzatıp patlamış mısır yiyerek, "Yazık, bu kadar da olmaz ki!" diyerek izleyebiliyordum.

Hollywood, düşman yaratmanın ticari başarı getirdiğini çoktandır keşfetmişti. Önce Amerika'nın yerli halkları, sonra siyahlar, ardından Soğuk Savaş ile komünizm, Naziler ve nihayet İslam düşmanlığı. Nasıl ki Nazileri bir arada tutan nefret tohumlarından biri Yahudi düşmanlığı idiyse, modern Amerikan toplumunu da bu yapay, ticarileştirilmiş gotik korkular bir arada tutuyordu. Bunu keşfetmemle aşırı sağcı ve tutucu "cool" kovboy John Wayne’den uzaklaşıp, Dakota yerlilerinin "Yaralı Diz"de katledilmesine ağlamaya ve A.B.D. süvari birliğine lanetler yağdırmaya başladım. Hollywood inandırıcılığını yitirmiş, ünlemler kıvrılıp soru işaretine dönüşmüştü benim için. Bize anlatılanların arka planının hiç de anlatıldığı gibi olmadığını anlamak yıllar aldı.

Naziler ve Nazi Almanyası'yla ilgili düşüncelerimin oturması zaman aldı. Naziler adeta suya yazılan, ortada hiçbir delil bırakmayan ve yaptıklarını hükümsüzleştiren özel bir dil yaratmışlardı. Resmi suça hizmet edecek bir bürokrasi diliydi bu. Naziler, soykırımda mühendisliğin ve Alman dil biliminin tüm yaratıcılığını kullandılar. İstisnaları olsa da, soykırımla ilgili kullandıkları terminoloji konusunda da çok imtinalı idiler. Öldürmek, gaz odaları, imha gibi kelimeler kazara ya da kasten yapılmamışsa yazışmalarda ve konuşmalarda hiç kullanılmıyordu. Gaz odalarına giden yolun adı "cennet yolu"ydu. "Seyreltme", imha ile toplama kampına yeni getirilenlere yer açma anlamına geliyordu. "Temizlik" yok etmenin, "Nihai Çözüm" ise Yahudilerin sistematik ve toplu imhasının kod adıydı. "Irsi ve Yatırım Gerektiren Ağır Hastalıklar Bilimsel Araştırma Enstitüsü", çocuk ötanazilerinden sorumlu olan birimdi. Ötanazi kurbanlarını ölüm tesislerine taşımakla sorumlu olan paravan şirketin adı ise "Kamu Yararına Çalışan Hasta Nakliye Şirketi"ydi.

Talihin acı bir cilvesi olarak, Hitler’in 1929’da “her yıl doğan bir milyon çocuktan en zayıf olan yedi yüz bininin yok edilmesi” emrini verdiği Nürnberg’de yargılandı Naziler. 1945 yazında Nazileri yargılayan mahkeme hâkimi, bir Nazi subayına şöyle sormuş: "Onca insanı nasıl öldürebildiniz?" Nazi subayı, "Alanı hesapladık, kişi başı ne kadar zehirli gazın yeterli olacağını biliyorduk. Buna göre hesap zor olmadı," diye yanıtlamış.

Hamburg’taki Testa davasında ise, zehirli Zyklon-B gazını satan Dr. Bruno Tesch ve yetkili temsilcisi Karl Weinbacher, "söz konusu gazın kullanım amacının tamamen farkında olarak" sattıkları gerekçesiyle, Hitler’in intiharından iki hafta sonra -16 Mayıs 1945’te- ölüm cezasına çarptırıldı. Hannah Arendt'in ibretlik kitabı "Kötülüğün Sıradanlığı"nda anlattığı gibi kötülük sıradanlaştırılmıştı.

Peter Weir’ın müthiş filmi “Ölü Ozanlar Derneği”ni yeniden izlediğimde, insanı insan yapan değerlerin ne olduğu sorusu yeniden belirdi zihnimde. Her şeyi akılla açıklama aymazlığından kurtulamayan bizler, başkalarının acılarını da sözde akılla izah ediyoruz. Bu hastalıklı düşünce, bizi birbirimizin canavarına dönüştüren şey. Oysa ki edebiyat öğretmeni Bay Keating’in sözlerine kulak versek belki de başkalarının acılarına bu kadar umursamazca bakamazdık. Ne büyük bir çelişki: Akıl bizi yücelteceğine daha da aşağılık yapıyor.

Edebiyat öğretmenimiz Keating ne de güzel izah ediyor her şeyi:

Keating: Beyler, kitaplarınızı açın, 21. sayfa. Bay Perry, şimdi bize "Şiiri Anlamak" isimli açılış paragrafını okur musunuz lütfen? Perry okumaya başlar: "Şiiri Anlamak". Yazan: J. Evans Pritchard, Doktoralı. Şiiri anlamak için onun kafiyelerine ve metaforlarına alışkın olmalıyız. Sonra iki soru soracağız: Bir, şiir amacına nasıl ulaşıyor? Ve iki, o amacın önemi nedir? Birinci soru şiirin mükemmelliğini, ikinci soru ise önemini belirler. Bu soruları yanıtladıktan sonra şiirin büyüklüğünü belirlemek çok basittir. (Tam bu anda Bay Keating masasından ayağa kalkar ve X-Y koordinatlarında bir grafik çizmeye başlar.) Perry okumaya devam eder: Eğer şiirin mükemmelliğini bir grafiğin yatay eksenine ve önemini düşey eksenine atfedip çizersek, şiirin anlamını hesaplayarak ne kadar başarılı olduğunu ölçebiliriz. Byron’ın bir dörtlüğü düşey eksende yüksek bir not alırken, yatayda vasat bir performans sergileyebilir. Bir Shakespeare dörtlüğü hem yatay hem de düşeyde yüksek bir not alarak dev bir alan oluşturur ve şiirlerinin büyüklüğünü ortaya koyar. Bu kitabı okuduğunuz sürece bu metodu kullanın. Şiir değerlendirme yeteneğiniz arttıkça şiirden alacağınız zevk oranı da o kadar artacaktır. (Perry okumayı bitirir.) Keating: Saçmalık! Ben Bay Pritchard’ı böyle değerlendiriyorum. Burada boru döşemiyoruz, şiirden söz ediyoruz. American Bender State’de değiliz, "Byron’ı beğendim, 42 veriyorum ama dans etmeye uygun değil." Şimdi o sayfayı yırtmanızı istiyorum. Hadi, sayfayı tamamıyla yırtın. Beni duydunuz, yırtsanıza! Hadi yırtın! Sağ olun Bay Dalton! Sadece o sayfayı değil, bütün giriş bölümünü yırtın. Hepsi gitsin, hepsi, hiçbir iz kalmasın! Yırtın onu, yırtın, kaybol Doktoralı J. Evans Pritchard! Yırt, parçala! Bay Pritchard hakkında sadece yırtma sesi duyacağım. Onları sonra birbirine ekleyip tuvalet kâğıdı yaparız! Bu kutsal bir kitap değil, cehenneme gitmezsiniz!

Bir şiiri matematikle izah etmekle, insanların gaz odasında ne kadar gazla öldürülebileceği hesabı arasındaki bağlantı ancak kötülüğün sıradanlaşmasıyla izah edilebilir.

Bugünün dünyasında bizler maalesef Nazilerin kötülüğü sıradanlaştırarak yazdıkları sözlüğü çok daha ileri bir seviyeye götürdük. Bugün Gazze'de çocuk, kadın, yaşlı demeden yapılanlara bakınca insan olarak ne kadar alçaldığımızı görmek çok acı verici! Dünya, Gazze ile birlikte kötülüğün sıradanlaşmasından neşe dolu bir kötülüğe evrildi. Zalimler, tüm dünyanın gözü önünde Nazilerden de öteye giderek -ki Naziler en azından bu kötülüğü saklama ihtiyacı görüyorlardı- bugün Gazze'de soykırım yapanlar bunu tüm dünyanın gözünün içine bakarak, çevrim içi ve kimi "medeni" ülkelerin utanmaz, arsız desteğiyle yapıyorlar.

Sanırım Aristoteles söylemişti: "Hiçbir canlı insan kadar alçalamaz, yükselemez de!" Biz insanlığın en alçaldığı noktada duruyoruz. Bunun daha alçağı tabii ki olabilir. İnsan her anlamda çok yaratıcı bir varlıktır. Kötülükte de sınır tanımaz.

Bu Blogda Ara